Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başkomutanlık Meselesi Mersin Mebusu Salahaddin Bey’in Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki Başkumandanlık ve Meclis’in Egemenliği Hakkındaki Görüşleri
Meclis egemenliği tartışmaların yaşandığı konulardan birisi de Başkumandanlık Kanunu olmuştur. Özellikle İkinci Grup’ta, Mustafa Kemâl’e verilen bu yetkilerle bir diktatörlük oluşturacağı şüphesi uyanmıştır. Bu sebeple Başkumandanlığın kaldırılması bile gündeme gelmişti.[1] Batı cephesinde yapılan savaşlarda Kütahya-Eskişehir Muharebelerinin kaybedilmesinden sonra 21 Temmuzda Sakarya’nın doğusuna doğru çekilme harekâtı devam ederken Fevzi Çakmak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada, ordunun bütünlüğünün korunduğunu, ancak düşmanın henüz saldırıdan vazgeçmediğini ifade etmiş, aynı gün gizli birleşimde de ordunun daha geniş bir alanda harekât kabiliyeti için hükûmetin Kayseri’ye taşınması hakkındaki demeci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde sert tartışmalara neden olmuştur. [2] 2 Ağustos 1921’de gizli birleşimde cepheden dönen Sinop Mebusu Rıza Nur, Karesi Mebusu Vehbi ve İzmir Mebusu Mahmut Esat beylerin hazırladıkları raporlar görüşülmüştür. [3] Görüşmelerin sonuç olarak devletin gelir ve giderleri üzerinde yoğunlaşması üzerine Malîye Vekili Hasan Bey 3 Ağustos’taki gizli birleşimde, geniş açıklamalarda bulunmuş, konunun görüşülmesine 4 Ağustos’ta gizli birleşimde devam edilmiştir. İlk sözü alan Ahmet Ferit Bey milletvekili arkadaşlarıyla yaptığı özel bir sohbet sırasında, günlerden beri Meclis’te bahis konusu edilen askerî ve malî durumu birlikte incelediklerini, askerî durumun karamsarlık getirecek bir düzeyde olmadığı kabul edilmekle beraber sorunun önemi ve zorluğunu görmemenin de mümkün bulunmadığını, düşmanın sayıca üstünlüğü açıkça belli olduğunu, bunun içindir ki Cephe Komutanı’nın yirmi bin asker istediğini, çünkü uzun süre savunmada kalmanın sakıncalar yaratacağını, bu nedenle ordumuzu güçlendirmek için ne gerekiyorsa kesinlikle yerine getirilmesinin şart olduğunu söylemiştir. Ahmet Ferit Bey’in ardından söz alan Salâhaddin Bey, uzun konuşmasında özetle, konunun ordumuzun bulunduğu toprağı bir adım daha terketmemesi amaç alınarak Millî Meclis’in bu noktaya bütün gücü ile yardım etmesi olduğunu, bizi zafere götürecek çareler ne ise onu mutlaka bulmamız gerektiğini, milletin bu en büyük işinin yürütülmesi için bütün yetkileri nefsinde toplayan ve kullanacak olan bir Başkumandan Vekili istendiğini, bu zata, orduyu zafere götürmekten ibaret olan görevini tam olarak yapabilmesi için gerekli yetkilerin verilmesini, sorunun bir çözüme kavuşturulmasının tam zamanı olduğunu ifade etmiştir.[4] Böylece başkumandanlık oluşturma fikrî ortaya atılmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi’nin Başkumandanlığı üzerine alması ağırlık kazanmıştır. 5 Ağustos’ta yapılan gizli birleşimle konu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülmeye başlamıştır. Başkomutanlık oluşturulması ve bu görevin Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemâl Pasa Hazretlerine verilmesi hakkında kanun teklifi[5] görüşmeleri sırasında söz alan Salâhaddin Bey, başkumandanlık yerine başkumandanlık vekili demenin daha doğru olacağını ifade etmiş, başkumandanlığın Meclis’in manevi şahsiyetine ait olduğunu belirtmiştir. Bunun üzerine söz alan Mustafa Kemâl, Salâhaddin Bey’e katılmadığını, başkumandan vekili denildiği zaman tesirin azalacağını ve bu şekilde görev yapamayacağını belirtmiştir. Yeniden söz alan Salâhaddin Bey, şu şekilde cevap vermiştir:
Esbap gösterilmiyerek idare-i umur edilecek derecede vaziyet dar değildir. Bir kaç gün, bir kaç saat daha iyi düşününüz ve ona göre suâl sorunuz. Onun için Paşa Hazretlerinin metâlibini intaca sureti kafiyede karar verirsek mesele bitmiştir. Bu karar dairesinde tedviri umur etmiş olur Paşa Hazretleri.. Harp mıntıkasında bir iktidar-ı mutlak lazımsa ve memleket dâhilindeki icraat için (bir kısım salâhiyetlerin kendilerine itası icap ediyorsa badelmüzakere verelim. Ama bu gün için) Ahvalde o derece âcil ve pür telâş bir şey yoktur... (Bir satır yoktur) Bu nokta-i nazardan milletin ..tabii tesirleri fevkalade olacak ve bu Meclis-i Millînin de bir hakkı vardır. Gösterir esas budur. Onun için o bir kısımda Paşa Hazretleri çok istemekte haklı olabilirler. Fakat ben, bunun için bir sebep göremiyorum. Kendim, hakkım olmak üzere bir kısmını vermiyorum. Riyâset Salâhiyetleri; gerek Meclis Reisi sıfatıyla gerek kumandan sıfatıyla mutlaktır ve Meclis’e harp mıntıkasında olan hususat için, tedabir-i fevkaladeyi harp için… Binaenaleyh iki şık kalıyor. Birisi bunu kabul etmesi, ikincisi nakâfi görürse, ad buyurursa o vakit Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Vekili bulunan Paşa Hazretleri; Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekili.. Ve ahval de daha müsaittir. Onun için bu iki şıkkı Hey’et-i Âliyenize arz ediyorum ve dünkü mesrudatımda daha iyi, daha kuvvetli cereyan eder. Bu bapta yazılan bir takriri de takdim ediyorum. Hatta Başkumandanlık Vekilli tabirini de yazmakta mazurum ve kanâatim da o noktadadır...Başkumandanlık meselesi diğer Paşa Hazretleri.. Başkumandan, dün de arzetmiştim; Meclis’in şahsiyet-i maneviyesidir. Bu namı bir arkadaşımıza, bir zata vermek istiyoruz. Ne için ben bütün hukukumu feda edeyim?
Sırrı Bey’in, “Başkumandan demekte ne mahzur görürsünüz?” demesi üzerine Salâhaddin Bey, şu şekilde cevap vermiştir.
Bu bir takdir meselesidir. Asıl kendileri bizim hukukumuzu, başkumandanlık vazifesinde, başkumandan vekili sıfatıyla istimalde tamamiyle sahibi salâhiyettardırlar. Ortada bir kelime farkı kalıyor. Yani hâkimiyet-i milliyeyi, kudret-i milliyeyi efradı millette saklamak istiyorum. Onun başkumandanlığı altında millet işini gördürmek istiyorum. Nasıl ki bir hat komiseri bir milleti (Gürültüler) Bu bundan ibarettir ve bu bir tabir farkıdır ve benim kendi kanâatimdir.[6]
Bunun üzerine yeniden söz alan Mustafa Kemâl, görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir:
Efendim Salâhaddin Bey biraderimiz bazı mütalaalar, beyanlar ettiler. Bunlardan birincisi; erkân-ı harbiye-i umumiye reisi veya başkumandan vekili sıfatıyla ifa-i vazife etsin. Bendeniz zannediyorum ki, bu teklifi karargâh teşkilinden ibarettir ki, bu zaten mevcuttur. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olan zat şark cephesinin, garp cephesinin her tarafına gider, idare-i harekât eder. (Başkumandan) burada oturur ve buradan (idare eder diye bir şey olamaz. Ben, müstemirren) İsmet Paşanın karargâhına mı gidip oturacağım? Belki daha geri gideceğim. Maksad harekâtın mesuliyetini üzerine alıp, harekâtı sevk ve idaredir. … Salâhiyet meselesine gelince: Ben bu teklifatımla Meclis-i Âlinizden fazla bir şey talep ettiğime kani değilim. Salâhaddin Bey bu kayıt fazladır buyurdular. Hâlbuki ben bunu kendi telakki ve tefsirleri gibi telakki edemem. Binaenaleyh Başkumandan Vekili, Padişahın Vekilidir; Zat-ı Şahanenin Vekilidir. Başkumandan Zatı Şahanedir. Başkumandan vekili demek Zat-ı Şahane’nin vekili demektir. Başkumandan vekili Zat-ı Şahanenin (vekili ise,) ben de aynı şeyi sizden isteyeceğim. (Başkumandan Vekili) bilcümle kuva-ı berriye ve bahriyenin başkumandan vekilidir. Bütün o salâhiyeti bana vereceksiniz. Hem ben başkumandan olacağım.. Meclis-i Âli’nin başkumandanı olmak noktai nazarından ben ancak o zaman Meclis-i Âliniz namına ifa-yı vazife edebilirim. Ve mes’uliyeti daima göz önüne alarak ifa-yı vazife etmektir. Yeni bir tedbir yapmağa lüzum yoktur. … Zannederim, bazı arkadaşlar harp mıntıkasından bahsetti. Benim salâhiyetim her yerde cari olduğu için ve cari olacağı için mahdut bir harp mıntıkası yoktur. Salâhiyetim, bütün memlekete cari olacaktır. Binaenaleyh benim en çok.. Hariçte görenler Meclis azalarının her birinin.. Bir an evvel müsbet veya menfi bir karar ittihaz buyurursanız (çok nafi bir hareket olur. Çünkü müzakerat esnasında sarf edilen öyle) kelime görüyorum ki harice karşı gayet tehlikelidir.[7]
Görüşmelerden sonra kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde oylamaya katılan 183 Mebustan 13’ünün red oyuna karşılık 169’unun kabul oyuyla kabul edilmiştir.[8]
1.1.1 Birinci Uzatma
Sakarya Zaferi’nin kazanılması ve Yunan kuvvetlerinin Sakarya Nehri’nin batısına çekilmesiyle Kütahya-Eskişehir Muharebelerindeki yenilginin ortaya çıkardığı tehlikeli durum o an için ortadan kaldırılmıştır. 31 Ekim 1921 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gizli oturumunda Başkumandanlık Kanunu, suresinin 5 Kasım 1921 ’de sona erecek olmasından dolayı gündeme gelmiş Mustafa Kemâl Paşa’nın Başkumandanlık sıfat ve yetkisinin 5 Kasım’da biteceğinin orduya ve sair ilgililere bildirileceğine dair tezkeresinin okunmasının ardından Kırşehir Mebusu Müfid Efendi’nin Başkumandanlık Kanunu’nun 3 ay daha uzatılmasını isteyen önergesi[9]okunmuştur. Başkumandanlık süresinin 3 ay daha uzatılmasına dair kanun teklifi dolayısıyla söz alan Salâhaddin Bey, daha önceki kanun ile maksadın hâsıl olduğunu, muharebe meydanında faydası görüldüğünü, muharebenin bittiğini, bunun sonsuza kadar devam edemeyeceğini, devamının bazı noktalardan sakıncalı olduğunu, bir şeyi uzun müddet kullanılırsa yıpranacağını, bu işin yanlış bir şekle varacağını, başkumandanlığında dinlenmesinin doğru olacağını, Meclis’in yetkilerinin kullanılmasını doğru bulmadığını ifade etmiştir.[10] Oylamanın nasıl yapılacağı konusundaki tartışmalardan sonra isim belirlemek suretiyle oylamaya geçilmiştir. Kırşehir Mebusu Müfit Efendi’nin Başkumandanlık Kanunu’nun aynı koşullarla üç ay daha uzatılmasına dair kanun teklifi 3 çekimser, 12 red oyuna karşılık 152 oyla kabul edilmiştir.[11] Birinci Grup üyelerinin 93’ü, İkinci Grup üyelerinin 14’ü ve bağımsızların 45’i Başkumandanlık Kanunu’nun süresinin 3 ay daha uzatılması yolundaki teklifin lehinde oy kullanmıştır.[12] 1.1.2 İkinci Uzatma
Başkumandanlık Kanunu’nun birinci uzatma süresinin bitmesine kısa bir zaman kalınca, sürenin bir defa daha uzatılması Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemine gelmiştir. 2 Şubat 1922 tarihinde yapılan gizli celse görüşmelerinde Çorum Mebusu Ferid Bey ve 43 arkadaşının teklifi dolayısıyla yapılan görüşmelerde başkumandanlık yetkisinin 3 ay daha uzatılması görüşmeleri yapılmış, kanun birinci maddesi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş, yeterince görüşülmemesine tepki gösteren Salâhaddin Bey, kabul edilmiş bir kanunun lehinde ve aleyhinde söz söylemenin ayıp olduğunu ifade ederek tepki göstermiştir. [13] Başkumandanlık sıfat ve yetkilerinin 5 Şubat 1922 tarihinde sona ereceğine dair Mustafa Kemâl başkumandan sıfatıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne tezkere vermiş, başkumandanlık yetkisinin 5 Şubat 1922 tarihinde sona ereceğini ve durumun orduya ve ilgililere tebliğ edildiğini ifade etmiştir. Bu açıklama üzerine Çorum Mebusu Ferit Bey ve 43 arkadaşı başkumandanlık yetkisinin üç ay süreyle uzatılması yönünde kanun teklifini açık celselerde yeniden vermişlerdir. Bu teklife karşı Karahisari Şarki Mebusu Mustafa Bey de kanun teklifinde bulunmuştur. Mustafa Bey’in teklifinde farklı olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gerektiğinde bu yetkiyi geri alabileceği ifadesi vardı. Mustafa Bey’in teklifi sonrasında söz alan Salâhaddin Bey, Mustafa Bey’in teklifinin konuya ve maksada uygun olduğunu, Meclis’in yetkilerini azaltmadığını, olağanüstü yetkileri gerektirecek durumun ortadan kalktığını ve kabul edilmesini istemiştir. Daha sonra Çorum Mebusu Ferit Bey ve arkadaşlarının kanun teklifinin oylanmasına geçilmiş, söz alan Salâhaddin Bey, oylamanın isim okunarak tek tek yapılmasını istemiş, ama kabul edilmemiştir. Daha sonra yapılan oylama ile Çorum Mebusu Ferit Bey ve 43 arkadaşının kanun teklifi[14] Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabul edilmiştir.[15] 6 Mart günü yapılan gizli celsede , “Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa Hazretlerinin vaziyet-i askeriye hakkında izahatı ve mevzu üzerinde müzakerat” görüşmeleri sırasında Mustafa Kemâl’in;
Efendiler, benim vukû bulan mütalaat ve beyanat-ı askeriyemden sonra söz söylemek isteyen arkadaşları bittabi dinlemek lâzımdır ve onları dinleyeceğiz. Yalnız bendenizin Hey’et-i Celilenizden vaki olan istirhamâtımın bazı noktaları vardır ki, bazı mesailin bilâmüzakere tehiri veya bilâmüzakere reddine dairdi... Binaenaleyh onları bilâmüzakere reddetmemeğe karar verirseniz; ret, ondan sonra takarrür eder. Fakat bilâmüzakere reddi veya kabulü noktasının tayini lâzımdır. Onun için müzakereye girişmeden evvel bu noktayı halletmek iktiza eder.
Sözlerine Salâhaddin Bey, şu şekilde cevap vermiştir:
Efendim, Meclis-i Âlileri makam-ı müzakere ve münakaşadır; makam-ı tasdik değildir. Buradan millete emrolunmaz. Millet; buradan amalîni beyan eder. Binaenaleyh kendilerinin uzunca bir müdet müfarakat edeceklerine nazaran, dermeyan olunan mütalaat üzerinde Meclis’in de bir takım temenniyatı vardır ki bittabi onların da anlaşılması lâzımdır ve o noktai nazara göre imalî fikr edilmesi iktiza eder. Burada dermeyan olunan mütalaat; o zatın mütalaatı zatiyesidir; Meclis’in umumî mütalaası değildir ve binaenaleyh orta yerde zımmî bir taahhüt ve kabul ve muvafakat yoktur. Bu mesailin bir kısmı ve bu hususta kendilerinin dermeyan ettikleri arzunun bir kısmı meyanında, bendenizin kendi kanâatimce kabili kabul olabilecek nikat vardır. Onlar konuşulmalıdır ve buna dair milletin arzu ve iradesinin temessül edilmesi lâzımdır... Hariciyeye ait dermeyan olunacak mütalaat, her zaman kabil-i müzakeredir. Fakat kendilerinin teşrif buyurduklarına nazaran, bugün burada vukû bulan mütalaatında bariz olan bazı hususat için herkesin kendi kanâatine göre söz söylemesi elbette lâzımdır, asıldır. Böyle şeyler bilâmüzakere geçerse, meclis orta yerden kaldırılmalıdır. Mevzubahis olan mesail gayet azim mesaildir. Meselâ Paşa Hazretleri memleketi islah etmek için ukalanın bulduğu çareler olarak tarz-ı hükûmetin tebdilini söylediler. Bendeniz bunun tamamen aleyhindeyim. Mesele tamamen aksidir. Efendiler bugün mesele; hali idamedir, harbi idamedir. İşte demek ki... …Acele etmeyin Beyefendi... Ben kendi efkârıma muhalif mütalaatı biliyorum. Binaenaleyh dermeyan edilen mütalaat, bir mütalaa-i zatiyedir. Bu mütalaat; bu Meclis’in ve ordularının başkumandanlığını ifa eden zatın mütalaasıdır. Bu mütalaaya karşı - ve kendilerinin uzun bir müddet müfarakat edeceklerinden naşi - bizim dahi söyliyecek sözlerimiz, fikirlerimiz vardır ki ihtimal mucib-i menfaat ve memlekettir, bilâmünakaşa böyle şeyler kabul olunamaz... Onun için bunun böyle bilâmünakaşa ve müzakere kabul etmek doğru değildir. O zaman Meclis yok demektir. Meclis’in şahsına hürmet edilmelidir. Hiç şüphesiz hepimiz milletin menfaatine hizmet ediyoruz. Tahalüf olabilir aramızda. Anlaşalım ve tabiî anlaşacağız. Yalnız nikat-ı müteferriası hakkında söz verecekler, tabiî o zaman söyliyeceğîm. Efendiler ben başka Meclis bilmiyorum, bulunmadım. Fakat bizim Meclis kadar âma'ü milliyeye ve menafi-i milliyeye vahdet göstermiş ve bu kadar birlik içinde yaşamış ve zevahirde ağzını açmamış vatanperver meclis görmüyorum. Binaenaleyh bu Meclis’in hissiyatından şüphe etmek doğru değildir. Meclis’in umde ittihaz edilen esasatı ile kabil-i telif olmayan ifadat bendenizce muvafık değildir. Binaenaleyh bu nikat üzerinde bendeniz fikrimi söylemek isterim.
Bunun üzerine söz alan Mustafa Kemâl, şu şekilde cevap vermiştir:
Efendiler vukû bulmuş olan teklifâtımla bu makamdan, bu kürsüden hiç bir vakitte emir manası anlaşılmamalıdır. Eğer böyle olsaydı bunun müzakeresi veya adem-i müzakeresi hakkında ârâ-yı umuminize müracaata lüzum bırakılmamış olurdu. Hâlbuki arzu edilen şeyin terviç veya adem-i tervici yine rey-i âlinize muhavveldir. Binaenaleyh emirden bahsetmek doğru bir şey değildir. İkincisi; demin bahsettiğim mesail arasında hükûmet tebdilinin nazariyesi vardır. Bununla zan olunmasın ki bugün yapılmış olan şeyden başka bir şey murad etmiyorum. İzahen bunu yapacak değiliz. Üçüncüsü; Hey’et-i Celilenizin hissiyatından nezahetinden ve umde-i milîyeyi muhafazadaki sebat ve azminden şüphe etmiş değilim. Böyle bir şüphe ima edecek bir söz söylemiş değilim ve tağyir edebilmek için bilmem nasıl bir mahiyet-i muhakemeye malîk olmak lâzım gelir?
Görüşmelerin devamında yeniden söz alan Salâhaddin Bey, Mustafa Kemâl’in konuşmalarının bir kısmının askerî, bazı kısımlarının da siyasî olduğunu, kendisinin bu konular dışında söylemek istediğini, ordunun daha önce hazırlanılabileceğini, bundan sonra yapılacak taarruzun daha neticeli ve canlı olmasını arzu ettiğini, bu konuda Başkumandanın dikkatini her mebus gibi çekmek isteğini, şüphesiz iyi imkânlar hazırlandığını, ama daha iyisini istemelerinin hakları olduğunu, milletin ahlâkını, an’anelerini ve kabiliyetlerinin ıslah edilmesi ve yükselinmesi gerektiğini, bunun da ekonomi ve eğitimle olacağını, meselenin milletin ahlâken, ekonomik ve ilmen ihyası meselesi olduğunu, şimdi asıl meselenin dâhilî cephe olduğunu, dâhilî cephenin ıslahı, milletin mesut edilmesi, hayatının kolaylaştırılması ve arzu ettiği şeylerin olması olduğunu, Meclis’in ve Hey’et-i Vekile’nin iyi çalışması gerektiğini, fakat ne toplanmağa, ne görüşmeğe imkân olmadığını, bu noktaların ihmal edildiğini genel kusurlarının bu olduğunu ifade etmiştir.[16] 1.1.3 Üçüncü Uzatma
İkinci kez uzatılan Başkumandanlık Kanunu’nu, süresinin sona ermesine bir gün kala tekrar 4 Mayıs 1922’de gizli celsede Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine getirilmiştir. Oturum açıldığında konunun gizli olarak görüşülmesine dair 15 imzalı önerge okunmuştur. Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey, Karahisar-ı Sahip Mebusu Mehmet Şükrü Bey, Mersin Mebusu Salâhaddin Bey önergeye karşı çıkarak, konunun açık celsede görüşülmesini istemişlerdir. Yapılan itirazlara karşılık Aydın Mebusu Tahsin Bey içinde bulunan durumda gizli celse yapılması gerektiğini söylemişse de Karahisar-ı Sahip Mebusu Hulusi Bey vaziyette bir şey olmadığını, mutlak bir şekilde gösterilmesini istemiştir. Tartışmalara rağmen oturumu yöneten Musa Kazım Efendi konuyu oylamaya sunmuş ve konunun gizli celsede konuşulması oy çokluğuyla kabul edilmiştir.[17] 4 Mayıs 1922 gündemine alınan bu önerinin gizli birleşiminde görüşülmesi Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi ve 14 arkadaşı tarafından verilen bir önerge ile teklif edilmiştir. Görüşmelerin devamında Meclis Başkanı, başkumandanlık süresinin 5 Mayıs 1922’den itibaren üç ay daha uzatılmasına dair kanun önerisini okutmuş, ilk sözü alan Salâhaddin Bey, kanun tasarı ve önerilerinin Layiha Encümeni’nden geçtikten sonra Meclis’te görüşülmesi gerekli olduğu halde tartışmaya açık bir konunun böyle apansız adeta milletten mal kaçırırcasına Meclis’e getirilmesini anlamadığını, Genel Kurulun sahip olduğu hak ve yetkilerin bir kişiye verilmesini anlamsız bulduğunu, ayrıca bunalımlı bir dönemde yapılmış olağanüstü bir özverinin, o zorunluluk ortadan kalktığında sürdürülmesine yer olmadığını, nitekim ilk uzatma görüşmelerinde yeni bir taarruz yapılacağı söylendiği halde sonraki dönemlerde, yapılamayacağı, açıkça ifade edildiğini, halen en büyük görevleri siyaset olup milletin refahını sağlayacak işlerle uğraşılmasını, milleti yaşatacak şeyin yalnız savaş olmadığını söyleyerek, “Dünyada fert yoktur millet vardır” diye tamamlamıştır. Birinci maddenin görüşmelerinde tekrar söz alan Salâhaddin Bey, Bakumandanlık Kanunu’nun getirdiği ve anlaşılmadı denilen sakıncalar üzerinde durmak istediğini, bu sakıncaların başında askerî harcamaların incelenmemesi geldiğini, sorulduğunda, bunun başkomutanlığın yetkisinde olduğunun söylendiğini, Meclis’in denetim yetkisini ortadan kaldıran bu duruma son vermek gerektiğini, ikinci madde[18] kanunda kaldıkça başkumandanlığa karşı olduğunu, bunun kişi sorunu olarak düşünülmemesi gerektiğini beyan etmiştir.[19] Daha sonra Salâhaddin Bey ve 15 arkadaşı tarafından Başkumandanlık Kanunu’nun ikinci maddesinin kaldırılmasına yönelik önergeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş, daha sonra yapılan oylamada, oylamaya katılan 176 üyeden 12’si çekimser, 73’ü kabul, 91’i red oyu vermiştir. Kanun tasarısı olduğu gibi kalmış ve bu şekilde gündeme alınması kabul edilmiştir.[20] Açık oturuma geçildikten sonra, başkumandanlık süresinin 3 ay daha uzatılmasına dair kanun görüşmeleri sırasında, Salâhaddin Bey ve arkadaşları,” Başkumandanlık Kanunu’nun temdidi hakkında bâzı rüfeka tarafından mevdu teklif-i kanuninin tâyini esami ile reye vaz'ını teklif eyleriz.” şeklinde önerge vermişlerdir.[21] Kanunun tümünün ad okunmak suretiyle oya konulması hakkında Salâhaddin Bey’in de içinde bulunduğu önergeleri bulunmaları itibariyle yapılan yoklamada görüşme yeterliliği bulunmadığı anlaşıldığından oylama 6 Mayıs gününe ertelenmiştir.[22] 6 Mayıs’ta Mustafa Kemâl’in askerî durum hakkında Meclis’te yaptığı açıklamalar sırasında bazıları mebusların konuşmalarına cevap vermiş, bu arada Salâhaddin Bey’e de konuşmalarında yer vererek; Efendiler, söz söyliyen bir zat da Salâhaddin Beydir. Salâhaddin Bey sözlerinin mükaddematında bize taarruz edip etmeyeceğimizi sormuş biz de edeceğiz demişiz ve kendisi de edemeyeceğiz demiştir. En nihayet edememişiz, kendi sözü olmuştur. Hâlbuki zannediyorum, taarruzun esbab-ı tehirini Hey’et-i Celileniz’in huzurunda bilvesile gerek ben ve gerek asker arkadaşlarım, yani Erkân-ı Harbiye Reisi, Müdafaa-i Milliye Vekili defaatle söylemişizdir. Tekrar edeyim; Sakarya Harbi’ni müteakip taarruza devam edemeyecek bir halde idik. Bu esnada kış bastı, kış basınca ihtiyacatımızı temin edemedik. Böyle ihtiyacatı ikmal ve ihzar edemeyince harekât kesbi betaat etmiş ve yahut duçarı teahhür olmuştur. Bunu mahrem olarak arkadaşlarıma ifade ettiğimi zannediyorum. Fakat bittabi bunu bütün dünyaya ilân edemeyiz efendiler. Lâkin tekrar ediyorum, kararımız taarruz demektir. Düşmanı vatanımızın üzerinden teb'it ve tardetmektir. (inşaallah sadaları) Ve bu kararımızda sabit bulunuyoruz ve bunda tereddüdü müstelzim hiç bir sebep dahi mutasavver değildir. Salâhaddin Bey, Başkumandanlığın lüzum ve adem-i lüzumunu söylerken diyor 'ki; “ordu haddi azamîsine varmıştır”. Evet, ordumuz mükemmeldir, fakat itiraf ederim, henüz hadd-i azamîsine varmamıştır. Binaenaleyh, bir asker arkadaşımızın Hey’et-i Celileniz’e ordumuz hadd-i kemâle varmıştır diye beyanatta bulunması için ordunun mahiyet-i asliyesi ve içyüzünü bilmesi lâzımdır. Hâlbuki diğer taraftan işte sahibi salâhiyet olan Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi ve Müdafaa-i Milliye Vekili bu noktada müşterek değildir. Bu iddiada bulunmak tabiî musap olamaz. Ben diyorum ki haddi azamîsine dâhil olmamıştır maatteessüf. İrsal ile uğraşıyoruz. Salâhaddin Bey’den ziyade o ordunun başlarında bulunan kumandanlara aittir. Hâlbuki ordu başında bulunan arkadaşlar Salâhaddin Bey’le aynı fikirde değildir. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisinden başlayınız, ta ordu kumandanlarına kadar, kolordu kumandanlarına kadar böyle demiyorlar. Onlar diyorlar ki, bunu sen idare edeceksin, sen kumanda edeceksin bize. Senin kumanda etmene ihtiyacımız vardır. Bunlar çok namuslu ve çok iyi bir kalp ve dimağa malîk insanlardır ve bunu nezâheti vicdaniyeleri itibarîyle itiraf ediyorlar, kumanda etmek zaruretindesin diyorlar bana. Onun için bu doğru değildir. Bundan sonra Salâhaddin Bey diyor ki; bizim en büyük vazifemiz siyaset yapmaktır. En büyük vazifemiz siyaset yapmak değil, en büyük vazifemiz topraklarımızda bulunan düşmanı tart etmektir. Maahaza bir dakika için Salâhaddin Bey’in sözlerimi kabul edelim. Ben mani miyim yahut başkumandan mani midir? Bu sözün Başkumandanlık Kanunu ile ne alâkası vardır? Efendiler, bugün milleti yaşatacak harp değildir diyorlar. Efendiler, bugün milleti yaşatacak yalnız harptir, başka bir çare yoktur. Maatteessüf onun için bütün kudretimizi, bütün menaibimizi, bütün varlığımızı orduya vereceğiz ve harp yapacak bir iktidarda olduğumuzu dünyaya tanıtacağız ve ancak ondan sonra milleti insan gibi yaşatmak mümkün olacaktır. (Çok doğru sadaları.) Sonra Salâhaddin Bey diyor ki; “ bugünkü vaziyet-i askeriyenin mal olduğu masarifi tetkik etmek için Başkumandanlığın mevcudiyeti bir settir, bir haildir.” Efendiler, bu doğru değildir. Başkumandan Hey’et-i Celilenizi menaibi-i maliyeyi tetkikten ne vakit menetmiştir? Ya Hey’et-i Celilenizi, ya Hey’et-i Hükûmeti ve yahut Hey’et-i Hükûmetten birisini nasıl menedebilir? Bu mümkün olmayan bir iştir. Menaibii varidatımız, ne yapabileceğimiz hakkındaki endişe herkesten ziyade belki bizim kafalarımızdadır. Nitekim geçen gün Harp Encümeni’nde bunu tetkik ettik. Paramız nedir ve azamî ne yapabiliriz? Ben bir defa daha rica ettim arkadaşlarıma ki; tetkikat yapınız, köylerde ve her yerde ne kadar tenkihat yapmak mümkünse onları da yapalım, ancak mevcut olan paramızla gayeye doğru yürüyelim. Bunu arzu eden benim ve bu arzumu tatbik ile iştigal eden arkadaşlarımla yine Hey’et-i Celileniz içinde bazı rüfekaya müracaat etmek suretiyle bunlar yapılmaktadır. Binaenaleyh, böyle bir şey varit değildir. Salâhaddin Bey diyorlar ki: Acaba Meclis-i Âli eline geçirebileceği para ile ordusunu ne kadar müddet tutabilecektir? Bunu görüşmek ve tahmin etmek lâzımdı? Efendiler, bittabi Hey’et-i Celileniz’i bunun hakkında görüşmekten meneden bir kuvvet yoktur. Yalnız ben zannediyorum ki; bunu birçok defalar görüşmüş bulunuyorsunuz. Sabık Maliye Vekilinin bu kürsüden resmî ve hususi Hey’eti Celilenize malî hususta verdiği izahat ve tafsilâtı kulaklarımızı doldurmuş bir haldedir. Binaenaleyh, kuvve-i maliyemizi tahmin etmeyen, takdir etmeyen hiç bir arkadaşımız yoktur. Yalnız bendeniz buna bir şey ilâve etmek istiyorum, biz ordumuzun mevcudiyetini mevcut paramızla mukayese edemeyiz. “Paramız vardır ordu yaparız, paramız bitti, ordu inbilâl etti” benim için böyle bir mesele yoktur. (Alkışlar) Efendiler, para vardır, para yoktur, ister olsun, ister olmasın ordu vardır.
Bunun üzerine söz alan Salâhaddin Bey, kendi lisanından böyle bir kelime çıkmadığını ifade etmiş, Mustafa Kemâl de üzüldüğünü ancak zabıtlarda olduğunu ifade etmiştir. Görüşmelerin devamında yeniden söz alan Salâhaddin Bey, şu şekilde cevap vermiştir: Efendim; Rauf Beyefendinîn mütalâaları gayet varittir. Bendeniz de kendileriyle bir noktada hemfikirim, böyle muazzam mesailin üzerinde uzun uzadıya kıylükole lüzum yoktur. Meseleyi kısa kesmek lâzımdır; bunu anlarım. Yalnız bir nokta var, onu arz etmek istiyorum, böyle Meclisimizde zaman zaman tahaddüs eden efkâr mütalâaat hakkında Paşa Hazretleri mütalâada bulundular. Bunun da bir hikmeti vardır ki, bunu örtmek mi doğrudur? Deşip de meseleyi burada halledip bitirivermek mi daha doğrudur? Bendeniz bu nokta-i nazardan onu demek istiyorum ki Meclis’in kanâati üzerinde biraz tenevvür edersek mesele daha güzel olur, iyi bir kanâat hâsıl olur ve illâ bu gecikirse sairleri gibi geçilmiş olur, âdeta mesele kapatılmış demektir. Hâlbuki kapatmak doğru değildir. Anlaşılmayan nokta nedir? Meselâ bendeniz Başkumandanlık Kanunu’nun esasına yahut ikinci maddesine muhalif olmuşum, buna sebep nedir? Benim şüphedar olduğum bir nokta var, mesele belki tenevvür eder. Binaenaleyh, mesele bir zemin-i ilmî üzerindedir. Bir iki nokta-i şahsiye varsa burada şahsî olacak nikatı mevzubahis etmeyelim, fakat biraz istirahat ederiz. Beş on dakika ilmî mesele üzerinde biraz münakaşa edelim ve zannederim ki faidelidir. Bundan sonra Meclis’in hukukuna, salâhiyetine, hey’et-i umumiyesine taalluk eden yanı reyden istinkâf ve saire gibi şeylerin ne olduğu anlaşılmak lâzımdır. … Esasen ve zaten biliyorsunuz ki efendiler geçen sene de Başkumandanlık meselesinde onu ona bırakmış idik. Ahval-i fevkalâde salâhiyet-i teşriiyesi üzerinde idi. Binaenaleyh bu nokta üzerinde biraz konuşur isek hakikaten anlaşmak lâzım gelir.
Bursa Mebusu Emin Bey’in, “Bunu başka güne bırakalım.” demesi üzerine, “Faideli olmaz ve çünkü doğrusu efendiler mademki söylenmek için güzel ruhsatı cereyan zannındayız. Ve bugün müzakeresi bunun için açılmıştır, kapanmasın müzakere cereyan etsin.” diye cevap vermiştir. Görüşmelerin devamında yeniden söz alan Salâhaddin Bey, görüşlerini şu şekilde ifade etmiştir:
Efendim, mevzubahis olan meselede benim zihnimin takıldığı nokta nedir?. Bunu tavzih etmek isterim. Meclis-i Âli’nin hissiyatına değil, mantığına müracaat etmekteyim. Bu nokta üzerinde belki tenevvür edebilirim, belki edemem. Yani bu hususu Hey’et-i Aliyenize arz etmek isterim. Keza ikinci bir mesele olarak da münakaşatımızın mevzuu olan bu vaz-ı ahir ve bunun izale-i esbabı hakkındaki fikrimi de arz etmek istiyorum. Efendim, bendenizin düşündüğüm nokta şudur ki; biliyordunuz Başkumandanlık Kanunu denilen şeyin, yani memleketin en müşkil en tehlikeli bir anında kuva-ı müdafaasını bir elde ve Meclis-i Âli tarafından tutularak kendi reisi vasıtasıyle temşiyet edilmesi lüzumunu Hey’et-i Âliyenize bir faide olarak arz edenlerden birisi de bendenizim. Bu lüzumun Hey’et-i Âliyeniz tarafından dahi kabul olunarak hâsıl olan netayic-i mesude gözümüz önündedir. O zaman ki kanunun esna-yı müzakeresinde, yani bir gün sonra bendenizin bu kanunun tenkidi hakkındaki söylediğim sözler de aklımdadır. Her şeyi vermek, yani kuvvetleri tevhit etmek gayet doğrudur. Fakat salâhiyet-i tevhit noktasına bendeniz muarızım. Zihnim niçin saplanıyor, bendeniz diyorum ki; masalih-i milliyeyi devretmeğe biz mezun muyuz, değil miyiz? Yani bu nazariyattır denilebilir, fakat her ne olursa olsun bir kere fikrimi serdedeyim. Hakkı icraî ve teşriîmizi ahare devre mezun muyuz? Bu halde mukadderat-ı millete seyirci gibi mi kalınacak. Binaenaleyh hadiseten, fiilen bir menfaat temin etmeyen ve esasen birçok ahvalde isti’mal olunmayan bu ikinci maddenin olmaması dahi maksad-ı kâfidir. Olması Meclis’in şerefi için, bendeniz için bir nokta gibi geliyor. Binaenaleyh, bunun olmamasında bendeniz kendi idrakimiz, kendi kuvvetimiz için faide görürüm. Malumu ihsanınız biz, halk hükûmetiyiz diyoruz ve bu halk hükûmetinde hâkim olan köylüler kendi vekilleri ile masalih-i milleti tedvir ediyor. Hâlbuki bu Meclis’te bendeniz kâffe-i hukuk-u millete vazıülyet olan Meclis’te hukukan ona muadil olan bir zat görmekteyim. Bu şekil bendenizi iştibahta tutmaktadır. Yani iştibah demek istediğim bu sekil diğer şekille müterafik görmekteyim. Bendenizin düşündüğüm şudur ki; bizim bir başkumandanlığa ihtiyacımız vardır ve hali hazırda idare edildiği gibi yani şimdiye kadar orduları idare eden kuvvet şimdiden sonra da orduyu idare etmelidir. Yalnız bu kuvvet teşriî hukukta beraber bulunursa bendenize öyle geliyor ki bir hükûmet, bir daha hükûmet bu bir tearuz, bu şekl-i taaruzu anlayamamaktayım. Bu şekli arz ettiğim gibi bendeniz kendi kanâatıma ve kendi mantığıma sığdıramıyorum. Meaili sairci askeriyeyi bırakıyorum, onun burada mevzu olacak zamanı değil, asıl iliştiğim nokta biz ordumuzun menafii ve bakası, için çalışırken ordumuzu yed-i iktidarına tevdi ettiğimiz zat-ı âlinin hukuk ve salâhiyetinin yüksekliğinden dolayı birçok hukuk ve mesailde kendisiyle münakaşa etmek istiyoruz. Yani bu vaziyet gayri müsait geliyor. Onun için bunu esaslı bir surette münakaşa edebilmek için karşımızda bulunmak istemiyoruz. Demek benim düşündüğüm bütün nikatı nazar bu cihettedir. Maddeten zaten kullanılmayan bu ikinci madde bendenizce bir emr-i itibardan ibaret kalmaktadır. Biraz zaitti, belki üç ay için lâzımdı. … Binaenaleyh, idare edenler, edilenler veya emeğe heveskâr olanlar birbirlerini ararlar ve birbirlerinden tenevvür etmek isterler. Bu nokta-i nazardan bendenizce Meclis’in, memleketin, herkesin tenevvür edebilmesi asıldır. İhtilâf tenevvür edememekten ileri gelmektedir ki tenevvür edememek meselesi Meclis-i Âli için mucib-i ıztırap olmaktadır. Bendeniz bunu bir buçuk senedir göre göre anladığım nokta budur. Acaba neden? Bendeniz diyorum ki, tenevvür edememek için mevcut mânialar ortadan kalkmalıdır. Bu müsaadenizle söyleyeceğim ve arkadaşlar müsaade buyursunlar, fırka-i ekseriyet demek olan ve Meclis’te yoktan icadedilmiş olan fırkanın hüsn-ü idare edilememesinden ileri geliyor diyeceğim. Bununla çok rica ederim, idare edenlere bir kasıt yoktur. Yalnız bir mahiyet-i umumiyede bu anlaşmazlığın nereden ileri geldiğini göstermektedir. Meselâ geçenlerde bir intihap veya sair bir meselede izhar-ı rey etmemek meselesini öğrendim ve bir zamanı geldi kullandım. Yani görüyorum ki Meclis içerisinde mevcuttur, yani başka türlü bir zihniyet mevcut değil, yalnız herkes tenevvür etmek istiyor. Tenevvür etmek için, edenler var, etmeyenler var, edenler tenvir etmiyor, ediyor, tehdit ediyor, doğru olmuyor - tabir tehdit değil, tahdit ediyor doğru olmuyor, hâlbuki ortada bir şey yok. Bendenizce ortada bir adem-i emniyet yoktur. Bir meselede tenevvür etmemek için muhalif olarak rey veren kimseler tenevvüre muhtaçtır, tenevvür ettirilmelidir ve binaenaleyh mesele eğitim meselesidir. İlmî konuşacağız ve burada, bu hususta arkadaşlarımdan biraz geniş olmaklığımızı temenni ederim. Efendiler, herkes bir değildir ve böyle olmadığı için milletler böyle gelmiştir. Bendeniz esasen bir milletin bir kimse tarafından idaresi lâzım gelirse bendeniz meşrutiyetin olmadığına kaniim ve kuvvanın yani milleti idare eden kuvvetlerin birer parça kuvvetle karşı karşıya anlaşa, çekişe iş görmesi meselesini esas ittihaz ederim. Biz bu mevkide miyiz? Değiliz, bu mevkie gelemedik. Başka bir şekildeyiz. Fakat aşağı yukarı ifadat serbest olmalı, fakat hiç olmazsa şurada efkâr, ifadat, tenevvür serbest olmalı. Görüyorsunuz efendiler, Meclis-i Âli’de hiç bir şahıs, şahıs demeyeyim, başka türlü tebellürat hiç yok ve bu Meclis’in muvaffakiyetidir. Efendiler, bu Meclis’e politikacılık girmemiştir. Hepsi muhafaza-i meşrutiyet noktasındadır. Ufak tefek fikirlerde birtakım şey dolaşıyor. Evet, efendiler bunlar yalnız bir şey üzerindedir. Muhafaza-i meşrutiyet hukuk-u umumiyenin muhafazası kaydı ve saik olan bazı mütalaata hakk-ı cemaatın, hakk-ı umumînin, hakk-ı ferdînin daha yüksekliğidir.
Kırşehir Mebusu Yahya Galip Bey; “O vakit ben Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi olurum.” diye cevap vermiş, Salâhaddin Bey devamla;
O arkadaşlarımız müttehiden çalışmalıdırlar. Başka türlü selâhet-i muamelenin hüsn-ü suretle tedviri imkânı yoktur. Eslem tedbirleri onlar teklif etmelidirler. Olmazsa o zaman derler ki bu adamlar Meclis’ten bir iş çıkarmak istemiyorlar. Fakat zannediyorum ki Meclis’te. Bütün arkadaşlar memlekete nafi olacak kâffe-i icraat ve tasavvuratta müttehit olmuştur ve bu nokta üzerinde dün bazı münakaşat olmuştu, yoluyla tenvir edilememişti. Burada fırka-i ekseriyetten hiç bir zat çıkıpta bizi tenvir edememiştir. Bir iki arkadaşımız söyledi, fakat tenevvür edemedik efendiler. Hatta Hükûmetin izahatı da tenevvür ettirecek mahiyette değildir. Ben yine bu nikat-ı iştibahiyeye malîkim. Binaenaleyh, başka söyliyecek bir sözüm yoktur. Demek isterim ki Meclis-i Âli’nin kemakân, şimdiye kadar olduğu gibi müttehiden çalışması için hiç bir mani yoktur, mesele hiç bir şey meselesi değildir. Şahsiyat, hissiyat meselesi belki insanların kalbinde biraz yer tutabilir. Ben de insanım. Fakat esas itibariyle bunların o kadar zayıf olduğunu görüyorum ki daha büyük kabahat birbirimizi anlamağa gittiğimizde bir tarafın uzakta durması ve diğer tarafın hiç bir şey dinlemek istememesi, bu şekl-i zihniyet, bu şekl-i istisna ve artık tabir bulamıyacağım ve bu şekil doğru değildir. Binaenaleyh, kabahat bir noktadan gelmiyor. Kendinî bilenler biliyor. Fakat memleketin büyük bir kuvveti toplanırlar, arkadaşımız o büyük kuvvetle memleketin en nafi yoluna doğru gitmekte biraz daha müsamahakâr ve biraz daha geniş olmalıdırlar. Efendiler, her şeyi birleştiren ihtilâfın esası da meseleyi geniş düşünmektedir. Bununla mesail-i umumii izah ettim zannındayım. Mesail-i hususiye-i saireyi bırakıyorum, çünki ben söylediğimi bilirim ve ifadatımda bir kelime var ise onları bırakıyorum ve onları bahsedecek adam ben değilim.
Sözü üzerine söz alan Mustafa Kemâl;
Efendiler, Salâhaddin Beyin endişe-i vicdaniye ve dimağiyesini mucip olan nokta üzerinde muttali olduğum bir vesikayı irae etmek istiyorum. Kendileri Başkumandanlık Kanunu’nun ikinci maddesi muhteviyatınca salâhiyet-i teşriiyesini devretmiş olmasının muvafık olup olamıyacağı hususunda mütereddittirler. Benim telakkime göre bu gayr-i kanunî vaziyet değildir ve Meclis salâhiyet-i teşriiyesinin hey’et-i umumiyesini başkumandana terketmiş vaziyette değildir. Malum-u âlileri olduğu üzere ikinci madde, hatırımda kaldığına göre, başkumandan ordunun maddî ve manevî sevk ve idaresindeki rasanatini idare etmek için icabeden kuvveti Meclis namına fiilen istimale mezundur. Yoksa kanunlar yapmak için filan mezuniyet verilmemiştir. Sırf orduyu takviye nokta-i nazarından Meclis’te mevcut ve meknuz ve mündemiç olan salâhiyetin fiilen istimalîne mezundur. Fakat istediği dakikada tabiî o mezuniyeti refedebilir. Salâhiyet-i teşriiyenin hey’et-i umumiyesini haiz olan meclistir. Yalnız ordu ve ordunun tezyid-i kuvvası noktasından o salâhiyetin tertibinde mezundur. Bu itibarla memba kendisindedir, bir şey vermiş değildir. Vermiş ise kendisi vermiştir, kanun yapmış vermiştir. Binaenaleyh, kendisi için verilen bütün şeref, bütün asıl olan salâhiyeti mahfuzdur. Bendeniz bu mütalaadayım. Fakat doğrudan doğruya Meclis-i Âliniz gibi icraî ve teşriî müşterek bir Meclis değil, sırf teşriî bir Meclis tasavvur edelim. Acaba bu teşriî Meclis salâhiyet-i teşriiyesini kısmen değil, tamamen ve bütün salâhiyet-i teşriiyesini bir adama, yahut üç beş kişiye verebilir mi, hukuk nokta-i nazarından bunlar varit midir?. Bir de bu nokta-i nazardan düşünelim. Bunlar varittir efendiler, malumu âliniz ve'kayi büsbütün başkadır. Daima dünyada, beşeriyette hâkim olan hadisattır. Yeterki kendi arzusuyla olsun bir an için, bir zaman için olsun, bütün vezaif-i teşriiyesinde her hangi bir hey’et serbest rey verebilir. … Yani bence Salâhaddin Beyin hakikî ve samimî olduğu anlaşılan bu endişesine mahal yoktur. Hâkim-i asli olan Meclis-i Âlinizdir. Hiç bir zaman başkumandanlığa bahşetmiş olduğunuz salâhiyet başkumandanı lâyüs’el bir vaziyette bulunduramaz.
Bu konuşmaya cevap veren Salâhaddin Bey, Meclis’in kanâati konusunda aydınlanmak gerektiğini, yoksa meselenin kapatılması gibi olacağını, meselenin ilmi zemin üzerinde gitmesi gerektiğini, bundan sonra Meclis’in hukukuna, yetkilerine, hey’eti umumiyesine taalluk eden, çekimser kalma gibi şeylerin ne olduğunu anlaşılması gerektiğini, bunun da yerinin Meclis olduğunu belirtmiş, başkumandanlık meselesinde onu ona bıraktıklarını, olağanüstü yetkilere haiz olduğunu, bu konuda konuştukları takdirde gerçeklerin ortaya çıkacağını ifade etmiştir. Başka güne bırakılması önerisine de karşı çıkarak şimdi görüşülmesi gerektiğini ifade etmiş, Meclis’in hissiyatına değil mantığına hitap ettiğini, Başkumandanlık Kanunu ile memleketin en müşkil ve tehlikeli anında bir elde ve Meclis-i Âli tarafından tutularak kendi reisi vasıtasıyla yürütülmesi gereğini Meclis’e faideli olarak sunanlardan birinin de kendisi olduğunu, sonucunda gözlerinin önünde olduğunu, kendisinin başkumandanlığa ihtiyaç olduğuna inandığını, ancak bu kuvvet yasama hukukuyla beraber bulunursa bunun kabul edilemeyeceğini, Meclis’in aydınlatılmamasının bir ızdırap olduğunu, aydınlatmak için de bazı engellerin kalkması gerektiğini, Meclis’in çalışması için de bir engel olmadığını, her şeyi birleştiren ihtilâfın geniş düşünmek olduğunu, Başkumandanlık Kanunu’nun ikinci maddesi ile yürütme yetkilerinin devretmiş olmasının uygun olup olmadığı konusunda tereddüt yaşadığını ifade etmiştir. [23] Kastomonu Mebusu Yusuf Kemâl Bey, “Kanunlarla saptanan sürelerle ilk ve son günün dikkate alınmaması genel bir kural olmakla, Mustafa Kemâl Paşa’nın iki gündür kanunun üstünde ve dışında olarak başkomutanlık ettiği yolundaki” ifadesinin bahis konusu edilemeyeceğini söylemiş, Erzurum Mebusu Salih Efendi, Erzurum Mebusu Hüseyin Avni Bey, Mersin Mebusu Salâhaddin Bey, Mustafa Kemâl Paşanın konuşmasında haklarında belirttiği sözlere karşı savunma niteliğindeki konuşmaları ve Mustafa Kemâl Paşanın açıklamalarından sonra açık oturuma geçilmiştir. Açık oturumda Başkan, kanun önerisinin ad okunmak suretiyle oylanacağını belirtmiş, sonuçta başkomutanlık süresinin 5 Mayıs 1922’den itibaren üç ay daha uzatılmasına dair kanunun oylamasına 206 üyenin katıldığını, 11 red, 15 çekimsere karşı 177 oyla kanunun kabul edildiğini duyurmuştur.[24] 20 Temmuz 1922 birleşiminde, Bayazıt Mebusu Dr. Refik ve Bursa Mebusu Op. Emin Beylerin Başkumandanlık Kanunu’nun uzatılmasına dair önerilerinin ivedilikle müzakeresi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiştir. Gerekçede, Başkumandanlık Kanunu’nun hükmü kurban bayramının birinci veya ikinci günü son bulacağından kanunun uzatılmasına dair işlemin bayram tatilinden önce tamamlanması gerektiği ifade edilmiştir. Görüşmeler sırasında söz alan Mustafa Kemâl, Meclis tarafından kendisine tanınan yetkilerin kaldırılmasını istemiştir. Bunun üzerine daha önce verilen önergede değişiklik yapılarak[25] bu şekilde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulmuştur. Yapılan bu değişiklikle kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından oybirliğiyle kabul edilmiştir.[26] Böylelikle, Mustafa Kemâl Paşa’nın Başkumandanlık unvanı süresiz uzatılırken, muhalefetin başından beri en çok itiraz ettiği konulardan biri olan başkumandan’ın Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerini kişisel olarak kullanması yürürlükten kalkmıştır. Bu gelişmeyle, muhalefet, öteden beri karşı çıktığı vekil seçimlerinde aday gösterilmesi yöntemini 8 Temmuz 1922’de sona erdirdikten sonra, Başkumandanlık Kanunu’nun 2. maddesine karşı uzun süreden beri verdiği mücadeleden de 20 Temmuz 1922’de sonuç almış olmaktadır.[27] Başkomutanlık Kanunu’nun süresi birinci defa 31 Ekim 1921’de; ikinci defa 4 Şubat 1922’de; üçüncü defa 6 Mayıs 1922’de uzatıldı. Üç ay sonra 20 Temmuz 1922’de yeniden uzatıldı.[28] Başkomutanlık görevi 1 Kasım 1923’te seferberliğin kaldırılması dolayısıyla son bulmuş, herhangi bir kanunla kaldırılmadığı için, 30 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı ‘Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 40. maddesinde “Başkumandanlık Türkiye Büyük Millet Meclisinin şahsiyeti mâneviyesinde mündemiç olup Reisicumhur tarafından temsil olunur.” denilmekle hükmü kalmamıştır.[29]
KAYNAKLAR
A) ARŞİV BELGELERİ
Salâhaddin Bey, Tercüme-i Hal Kâğıdı, TBMM Arşivi, Şahsi Dosya No: 349 Askerî Safahat Belgesi, Millî Savunma Bakanlığı Personel Başkanlığı.
B) BASILI ESERLER
AĞAOĞLU, Samet, Kuva-i Milliye Ruhu, İstanbul: Nebioğlu Yayınevi, 1944. AKIN, Rıdvan, TBMM Devleti (1920-1923), Birinci Meclis Döneminde Devlet Erkleri ve İdare, İstanbul: İletişim Yayınları, 2008. ARIKOĞLU, Damar, Hatıralarım, İstanbul: Tan Gazetesi ve Matbaası, 1961. ATATÜRK, M. Kemâl, Nutuk ( Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan İsmet Gönlüal, Zeynep Korkmaz ), Cilt 1, 2, 3 Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1984. AVCIOĞLU, Doğan, Türkiye’nin Düzeni, İstanbul: Cem Yayınevi, 1998. BORATAV, Korkut, Türkiye Tarihi Çağdaş Türkiye (1908-1980), Cilt 4, İstanbul: Cem Yayınevi, 1990. BOZOĞLAN, Mustafa, Ülkemizde Kömür Madenciliğinde İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatının Gelişimi (1867-2010), Ankara: Korza Yayıncılık, 2010. CEBESOY, Ali Fuat, Siyasî Hatıralar, Cilt I-II, İstanbul: Temel Yayınları, 2007. CEBESOY, Ali Fuat, Millî Mücadele Hatıraları, İstanbul: Erener Matbaası, 2000. ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi, Millî Mücadele ve TBMM I. Dönemi (1919- 1923), C.I, C III, Ankara: TBMM Vakfı Yayınları, 1994. DEMİREL, Ahmet, Birinci Meclis’te Muhalefet, İstanbul: İletişim Yayıncılık, 1995. ________ Ali Şükrü Bey’in Tan Gazetesi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1996. ________ İlk Meclis’in Vekilleri, İstanbul: İletişim Yayınları, 2012. DEVELİOĞLU, Ferit, Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lûgat, İstanbul: Aydın Kitabevi, 2005 EVSİLE, Mehmet, Millî Mücadele Tarihi, Samsun: Etüt Yayınları, 2012. GOLOĞLU, Mahmut, Cumhuriyete Doğru (1921-1922), Ankara: Başnur Matbaası, 1971. GÜNEŞ, İhsan, Birinci TBMM’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008. ___________ Millî Mücadele Bütçeleri, 90.Yılında Millî Mücadele, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2011. KARABEKİR, Kazım, İstiklâl Harbimiz, İstanbul: Emre Yayınları, 1990. ___________ İstiklâl Harbinin Esasları, İstanbul: Timaş Yayınları, 1992. KARACA, Taha Ziya Karaca, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, Ankara: TTK Yayınevi, 2004. KARPAT, Kemâl, Türk Siyasî Tarihi, İstanbul: Timaş Yayınları, 2011. KOÇAK, Cemil, Türkiye Tarihi 4.cilt, İstanbul: Cem Yayınevi, 1990. KÖSTÜKLÜ, Nuri, Millî Mücadele’nin Henüz Pek Bilinmeyen Bir Yüzü: Ahz-ı Asker Kalem Riyasetleri Şifre-i Mevrude Defteri, 90.Yılında Millî Mücadele, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 2011. LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1984. Mebusan Meclisi Zabıt Ceridesi, D4, Cilt 1, Ankara: Türkiye Büyük Millet Meclisi Basımevi, 1992. OKYAR, Ali Fethi, Üç Devirde Bir Adam, Yayına Hazırlayan; Cemal Kutay, İstanbul: Tercüman Yayınları, 1980. ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni-2, İstanbul: Emre Yayınları, 1993. ÖKE, Mim Kemâl, Hilafet Hareketleri, Ankara: Türkiye Diyanet Yayınları, 1991. ÖZBUDUN, Ergun, 1921 Anayasası, Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi, 1992. ÖZÖN, Mustafa Nihat, Osmanlıca Türkçe Sözlük, İstanbul: İnkılap Yayınevi, 10.Baskı, 2008. SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Dış Münasebetleriyle İlgili Başlıca Siyasî Antlaşmaları, Ankara: TTK, 1965. TANSEL, Salâhaddin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt 2, İstanbul: MEB Yayınları, 1991. TUNÇAY, Mete, Türkiye Tarihi Çağdaş Türkiye (1908-1980), İstanbul: Cem Yayınevi, 1993. TÜRKGELDİ, Ali Fuad, Görüp İşittiklerim, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1984. YALÇIN, E.Semih, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kaynakları, Ankara: Berikan Yaynınları, 2013 Türkiye Büyük Millet Meclisi Gizli Celse Zabıtları, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1985. Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre I, C.I - XXVII, Ankara: Türkiye Büyük Millet Meclisi Matbaası, 1959.
GAZETELER
Tan Gazetesi, Sayı 3, Ankara, 22 Ocak 1923. Tan Gazetesi Sayı 5, Ankara: 24 Ocak 1923. Tan Gazetesi Sayı 6, Ankara: 25 Ocak 1923. Tan Gazetesi Sayı 7, Ankara: 26 Ocak 1923. Tan Gazetesi Sayı 8, Ankara: 28 Ocak 1923 Tan Gazetesi Sayı 63, Ankara: 2 Nisan 1923. Tan Gazetesi Sayı 68, Ankara: 8 Nisan1923. Büyük Doğu Dergisi, Sayı 70, İstanbul: 31 Ekim 1947 Taraf Gazetesi, İstanbul, 15 Haziran 2014.
MAKALELER
BIYIKLIOĞLU, Tevfik, “Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Hukuki Statüsü ve İhtilâlci Karakteri” , Belleten, XXIV/96. , ss.637-663. ÇETİN, Birol, “Türkiye’de Karayollarının Gelişimine Tarihsel Bir Bakış”, Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadî İdarî Bilimler Dergisi, Cilt 1,Sayı 1, ss. 123-150. ÇELİK, Kemâl, “Millî Mücadele’de İç İsyanlar, Vatana İhanet Kanunu ve İstiklâl Mahkemeleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 40, Kasım 2007,ss 569-613. DEMİRBAŞ, Osman, “Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde II. Grubun “Milletvekili Seçim Yasası’nın Değiştirilmesine İlişkin Önergesi ve Mustafa Kemâl Paşa’nın Yurttaşlık Hakları”, İ.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, No: 23-24 (Ekim 2000-Mart 2001), ss. 99-107. ÖZBUDUN, Ergun, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin Hukukî Niteliği”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, c. I, sayı: l-2, Kasım 1984-1985, ss.475-503. ÖZER, Sevilay, “Chester Projesi’nin Hâkimiyet-i Milliye Gazetesine Yansıması”, History Studius, Ortadoğu Özel Sayısı, 2010, ss.287-299. SARIKOYUNCU, Ali, “Millî Mücadele Döneminde Zonguldak Kömür Havzasında Fransız İtalyan Rekabeti ve İtalya’nın Faaliyetleri”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Cilt 2 Sayı: 7, Ankara, 1991.ss. 579-589. TUNAYA, Tank Zafer, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetinin Kuruluşu ve Siyasî Karakteri, Devrim Hareketleri İçinde Atatürk ve Atatürkçülük”, İstanbul Üniveristesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 23, Sayı 3-4, 1958, s.227-247. TÜRKMEN, İsmet, “Doğu Anadolu’ya Bayındırlık Hizmetleri Kapsamında Yapılan Kamu Harcamaları ve Yatırımlar (1920-1938)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı 45, Bahar 2010, ss. 117-156.
C) TEZLER
BAYRAKTAR, Mevlüde (Çebi), “Büyük Millet Meclisi’nde Dağılma Süreci”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ondokuzmayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Samsun, 2004) ÇAKIR, Meryem, “Türkiye Büyük Millet Meclisinin Tutanaklarında İç İsyanlar (1920-1934)”, ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırma Enstitüsü Türk Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul, 2005) ŞAVKILI, Cengiz, “Atatürk Döneminde Parlamento Faaliyetleri (1920-1938)”, (Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Türkiye İnkılap Tarihi Enstitüsü, Ankara, 2011) USLU, Mustafa, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Trabzon Milletvekilleri ve Faaliyetleri , ( Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Kars, 2006) [1] Ali Fuat Cebesoy, Siyasî Hatıralar, Cilt I-II, İstanbul: Temel Yayınları, 2007, s.74. [2] Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), s.202. ; Arıkoğlu, Hatıralarım, s.237. [3] Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet, s.261. [4] Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), s.203. [5] Türkiye Büyük Milllet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine Başkumandanlık Tevcihi Hakkındaki Kanun; Madde 1. — Millet ve memleketin mukadderatına bilfiil vazıulyedi yegâne kuvvet-i âliye olan ve azasından her birinin Kanun-i Esasi ve Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile hukuk ve masuniyet-i teşriiyesi tabidanlığı haiz bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi kuyud-u âtiye ile Başkumandanlık vazife-i fiiliyesine kendi Reisi Mustafa Kemal Paşayı memur eylemiştir. Madde 2 - Başkumandan ordunun maddi ve manevi kuvvetini azami surette tezyid ve sevk ve idaresini bir kat daha tarsin hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin buna müteallik salahiyetini Meclis namına bilfiil istimale mezundur. Madde 3- Müşarünileyhe bâladaki mevad ile mevdu sıfat ve salâhiyet üç ay müddetle muteberdir. Meclis lüzum gördüğü takdirde bu müddetin inkızasından evvel dahi bu sıfat ve salâhiyeti refedebilir. Madde 4- İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren meriyülicradır. Madde 5- İşbu kanunun icrasına Türkiye Büyük Millet Meclisi memurdur. [6] 05.08.1921, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 2, s. 171. [7] 05.08.1921, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 2, s. 171-173. [8] 05.08.1921, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 2, s. 180. [9] Önerge şöyledir: Riyaseti Celileye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemâl Paşaya Başkumandanlık tevcihine dair 5 Ağustos 1337 tarihinde Büyük Millet Meclisince kabul buyurulan kanundaki üç mah müddetin hitamı 5 Teşrinisani 1337 tarihinde hitam bulacağına nazaran mezkûr kanunun 5 Teşrinisâni 1337 tarihinden itibaren üç mah daha meriyetine dair olan zîrdeki madde-i kanuniyenin müstacelen müzakere ve kabul buyurulmasım teklif ederim. - 30 Teşrinievvel 1337- Kırşehir Mebusu Müfid [10] 31.10.1921, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 2, s.420-421. [11] 31.10.1921, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 2, s. 428. [12] Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet, s. 273. [13] 02.02.1922, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 2, s.675-677. [14] MADDE 1- Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşaya Başkumandanlık tevcihine dair olup evvelce üç mah temdidedilmiş olan kanun 5 Şubat 1338 tarihinden itibaren üç mah daha temdidedilmiştir. MADDE 2- İşbu kanun 5 Şubat 1338 tarihinden muteberdir. MADDE 3- İşbu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur. [15] 04.02.1922, TBMM Zabıt Ceridesi, D1, Cilt 16, s.201-204. [16] 06.03.1922, TBMM Gizli Celse Zabıt Ceridesi, D1, Cilt 3, s.13-14, 21-22. [17] 04.05.1922, TBMM Gizli Celse Zabıt Ceridesi, D1, Cilt 3, s. 310-315. [18] Madde 2. — Başkumandan ordunun maddi ve manevi kuvvetini azami surette tezyid ve sevk ve idaresini bir kat daha tarsin hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin buna müteallik salahiyetini Meclis namına bilfiil istimale mezundur. [19] Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), s.216-219. [20] 04.05.1922, TBMM Gizli Zabıt Ceridesi, D1, Cilt 3, s.328-330. [21] 04.05.1922, TBMM Zabıt Ceridesi, D1, Cilt 19, s.521-522. [22] Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), s.223. [23] 06.05.1922, TBMM Gizli Celse Zabıtları, D1, Cilt 3, s.348-350. [24] Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), s.233. [25] MADDE 1- Millet ve memleketin mukadderatına bilfiil vâzıulyed yegâne kuvveti Âliye olan ve âzasından her birinin Kanunu Esasi ve Teşkilâtı Esasiye Kanuniyle hukuk ve masuniyeti teşriîyesi tabiatiyle mahfuz ve şahsiyeti mâneviyesi Başkumandanlığı haiz bulunan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkumandanlık vazifei fiiliyesine muvakkaten kendi Reisi 'Müşir Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerini memur etmiştir. MADDE 2- Meclis lüzum gördüğü takdirde bu sınıf ve salâhiyeti ref eder. Madde 3- Başkumandanlık müddetinin üç mah temdidine dair olan 8 Ramazan 1340 ve 6 Mayıs 1338 tarihli Kanun ahkâmı mülgadır. MADDE 4- İşbu kanun tarihi neşrinden muteberdir. MADDE 5- İşbu, kanun Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur. [26] 20.07.1922, TBMM Zabıt Ceridesi, D1, Cilt 21, s.430-435. [27] Demirel, Birinci Meclis’te Muhalefet, s. 435. [28] Atatürk, Nutuk, s.442-448. [29] Çoker, Türk Parlamento Tarihi (Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem), s.236. |
1612 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |