NOİNTEL (“NUANTEL”) MARKİSİNİN İSTANBUL BÜYÜKELÇİLİĞİ NOİNTEL (“NUANTEL”) MARKİSİNİN İSTANBUL BÜYÜKELÇİLİĞİ Fransa kralı XIV. Louîs, bir müddetten beri bozulan Türk - Fransız ilişkilerini düzeltmek için, İstanbul’a yeni bir büyükelçi göndermeye karar vermişti. Bu göreve, 35 yaşında genç bir asilzade olan Nointel Markisi’ni seçti. İstanbul büyükelçiliği, Fransa’nın yabancı ülkelerde bulunan 7 büyükelçiliğinin en önemlisiydi. Hiç bir yabancı başkentte Fransa, İstanbul’da bulundurduğu kadar diplomat bulundurmuyordu. Nointel, 4 savaş gemisi ile 21 Ağustos 1670’te Toulon’dan ayrıldı. Nointel’i, “Princesse” adlı tekne taşıyordu. Büyükelçinin maiyeti arasında, sonradan eserleriyle dünya çapında ün yapan iki genç Fransız, Antoine Galland ve Chevalier de Chardin vardı. Nointel, 22 Ekimde İstanbul’a geldi. IV. Sultan Mehmed, Edirne’deydi. Fransız gemileri, bütün toplarım kurusıkı ateşleyerek Türk başkentini selâmladı. Nointel, ancak 10 Kasımda Beyoğlu’ndaki elçiliğe gitmek üzere karaya çıktı. Ertesi gün, padişahın başyâveri olan Çavuşbaşı, elçiliğe giderek, Nointel’e IV. Mehmed namına “hoş geldiniz’ dedi. Nointel, önce İstanbul’da saltanat nâibi ve sadâret kaymakamı olarak bulunan 3. Vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından kabûl edilecekti. XIV. Louis’nin büyükelçisini, 100 yeniçeri, 100 azab ve 100 çavuş, Kara Mustafa Paşaya götürdüler. Türk subayları, pırlanta, zümrüt, yakut, firuze ve zebercedlerle işlenmiş tören üniformalarını giymişlerdi. Atlarının koşumları da mücevherliydi. Nointel’e, hepsi asilzade olan 30 Fransız diplomatı, bu arada kendi kardeşi eşlik ediyordu. Arkadan İstanbul’daki Fransız kolonisinin ileri gelenleri, kafileyi takip ediyordu. Bir Fransız mızıkası, güzel havalar çalıyordu. Alayın geçtiği caddeler, meraklılarla dolup taşıyor, Türk hanımları, cumbalara hücum ediyordu. Topkapı Sarayı’nın kapısına gelince XIV. Louis’nin temsilcisi, 200 fişek atılarak karşılandı. Kara Mustafa Paşa, Nointel’i yalnız başına kabûl etti. Büyükelçi, IV. Mehmed’in huzuruna çıkıp kralının ricalarını arzetmek istediğini söyledi. Ancak Kaymakam Paşa, daha önce Sadrâzam’la görüşmesi gerektiğim bildirdi. Nointel, 15 Ocak 1671’de Sadrâzam Köprülüzâde Fâzıl Ahmed Paşa tarafından kabûl edildi. Sadrâzam, kralından aldığı bütün talimatı Reîsülküttâb yani dışişleri bakanı Koca Mustafa Efendi’ye bildirmeden padişahın huzuruna çıkamayacağını, Fransız diplomatına hatırlattı. Sadrâzam’ın bu isteği, bugünkü diplomatik kurallara da uygundu. Bugün de elçiler, dışişleri bakanına bildirmedikleri bir şeyi devlet başkanına söyleyemezler. Mülâkat, sert geçti ve Köprülüzâde, Nointel’e, seleflerine yaptığından daha yumuşak bir muamelede bulunmaya lüzum görmedi. Bu arada Fransız diplomatı, Şeyhülislâm Minkarîzâde Yahyâ Efendi tarafından da kabûl edildi. XIV. Louis, Şeyhulislâm’a ayrıca bir mektup göndermişti. Nöintel, nihayet IV. Mehmed’in huzuruna çıktı. Ancak huzurda, Türk protokolünün icab ettirdiği kadar eğilmediği için, “kapıcıbaşı” denen mâbeyincüer, başını tutup o derecede şiddetle eğdiler M, Nointel yere kapaklandı ve zorlukla doğruldu. Bu fiyaskodan sonra, asabiyet içinde, 15 dakika süren nutkunu okudu. Dîvân-ı Hümâyûn Baştercümanı, Fransızca nutkun bir iki dakikalık özetini, yapıp Sadrâzam’a bildirdi. Köprülüzâde ise, bu özeti sadece iki cümleyle kısaltıp padişaha arzetti. Elçisinin hiç de iyi karşılanmamasına rağmen. XIV. Louis, Paris sokaklarında tellâllar bağırttı. Fransızların “Büyük Türk” dedikleri padişahla, kralın barıştığı, hattâ ittifak ettiği halka duyuruldu. Bu ikinci iddia, tamamıyla asılsızdı. Bununla, beraber Nointel, Türk-Fransız ilişkilerini düzeltmek için ciddî çaba gösterdi. Rubens’in öğrencileri olan iki elçilik ressamına padişahla sadrâzamın portrelerini yaptırıp sefarethaneye astırdı. IV. Mehmed’i Edirne gezilerinde takip etti. Onunla beraber yıllarca Edirne’de oturdu. Çeşitli Türk ülkelerini gezdi. 17 ay, Osmanlı imparatorluğunu dolaştı. Bu yıllarda İstanbul'daki diplomatik faaliyeti, Fransız Akademisinden büyük tarihçi Albert Vandal, şöyle tasvir etmektedir: “En medenî milletlerden en barbarlarına kadar dünyada her devlet, askerî gücünden korktukları Türkiye’nin karşısında eğiliyor ve Türklerle hoş geçinmeye çalışıyordu. İstanbul, her milletin diplomatlarıyla dolup boşalan bir merkezdi. Osmanoğullarının tahtı önünde secdeye kapanmak için büyükelçiler, birbirleriyle yanşıyorlardı. Bir tarafta, hükümdarının “halîfe” sıfatını da taşıyan padişaha yüksek saygılarını sunan Buhârâ elçisi, diğer tarafta tantanada birbirlerinden geri kalmamak için her şeyi göze alan Almanya İmparatoru’nun ve Polonya Kralı’nın elçileri görülüyordu. Polonya Büyükelçisinin maiyeti o derece kalabalıktı ki, İstanbul’a bir Leh ordusu geldiği sanılabilirdi. İstanbul’daki büyükelçiliklerin bando mızıkaları, özel savaş gemileri ve her şeyleri vardı. Törenlerde önlerinde Hazret-i Meryem’in tasvirini götürüyor, Türkler, hiç bir taassup eseri göstermeksizin bu alayları seyrediyorlardı. Büyükelçiler sadrâzamın eteğini öpmek ye padişahın huzurunda yere kapanmak için acele ediyor, birbirlerini yiyorlardı".
Kaynak: Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB, İstanbul, 1989. S. 224-227 |
1594 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |