HAÇOVA ZAFERİ HAÇOVA ZAFERİ 12 Ekim 1596 da, m. Sultan Mehmed Hân’ın komutasındaki Türk Osmanlı ordusu, Kuzeydoğu Macaristan’daki Eğri kalesini, Almanlar’dan almıştı. Bunun üzerine, Almanya İmparatoru, kardeşi Arşidük Maximilien’in başında bulunduğu büyük bir orduyu, Türklerin üzerine gönderdi. 25 Ekim cuma günü, iki ordu, Haçova sahrâsında karşı karşıya geldi. Düşman ordusunda, çeşitli Alman devletlerinin kuvvetlerinden başka, İspanyol, Papalık, Floransa, Leh, Çek, Slovak, İtalyan, Hollanda, Belçika birlikleri, hattâ Fransız gönüllüleri vardı. 100 top taşıyorlardı. Türkler, 60.000 tımarlı sipâhîsi, 55.000 Kapıkulu ve 25.000 Kırım atlısı olmak üzere 140.000 kişiden ibaretti. 26 Ekim sabahı, her iki ordu, savaş düzenine girdi ve birbirine yaklaşmaya başladı. Türk ordusunun merkezinde III. Mehmed, yanında Sadrâzam Dâmâd İbrahim Paşa, Hoca Sâdeddin Efendi, Kazaskerler ve Vezirler bulunuyordu. Sağ kanada Anadolu beylerbeyisi Vezir Mehmed Paşa, sol kanada Vezir Sokolluzâde Haşan Paşa komuta ediyordu. Kırım atlılarının başında, Gazi Giray Hân’ın kardeşi Fetih Giray vardı. Savaşı bize anlatan ünlü tarihçi Peçevî İbrahim, sol kanatta, muhârip subaylar arasındaydı. Büyük meydan savaşı, Alman taarruzuyla başladı. Türk ordusu, bu taarruzla sarsıldı. Almanlar, Türk merkezine derinlemesine girdiler. Arşidük: Maximilien’in emrine karşı olarak düşman askeri, Türk merkezindeki çadırları yağmalamaya başladı. III. Mehmed, geri çekildi ve otağına girdi. Sadrâzam, merkez birliklerinin arkasına sığındı. Almanlar, Türk: cephane sandıklarının üzerine çıkmış, keyiflerinden, dans ediyorlardı. Padişah, otağ-ı hümâyûnunda, sırtına Peygamberin hırkasını giymiş, eline Peygamberin mızrağını almış, duâ ediyordu. Otağa giren Sadrâzam İbrahim Paşa, III. Mehmed’in duâsını yarıda kesti. Derhal geriye çekilmesinin gerektiğini, askerî bir zorunluk olarak bildirdi. Esir düşerek bütün Türk İmparatorluğunun başını büyük bir belâya sokmak istemeyen III. Mehmed, geri çekilmeye hazırlanıp atma bindi. Tam bu sırada, padişahın hocası Sâdeddin Efendi, hükümdarın atının gemlerine yapıştı: “Padaşâhım, dedi; nereye gidersiz? Çengin hâli budur, hâtır-ı şerifinizi hoşça tutun. Lâzım olan, yerinizde sâbit ve berkarâr olmakdır. Peygamberimizin mucizeleriyle, nusrat-u zafer bizdedir!” Hoca Sâdeddin Efendi, bu müdahalesiyle, Osmanlı tarihinin büyük zaferlerinden birini sağladığı gibi savaşın kaybedilmesini de önledi. Bu sırada Orduy-ı Hümâyûn vâızi Şeyh Hızır Efendi, 10 müridiyle, ön saflara atılmıştı. Şeyh ve müritleri, ellerinde kılıç, âyetler okuyarak askeri savaşa çağırıyor, kaçanların üzerine Peygamberin lânetini isteyen bedduâlar yağdırıyorlardı. Bu derviş - gazilerin hemen hepsi ön saflarda şehit düştü. III. Mehmed’i dimdik atının üzerinde, Hoca Efendi’yi onun yanı başında atının gemlerini tutmuş gören akıncılar ve Kırım atlıları zaferi elde ettiğini sanan düşmana dehşetli bir taarruza başladılar. Neye uğradığını anlayamayan Arşidük, birliklerine hâkim olamadı. “Kâfir kaçdı!” “Nemçelü sındı!” diye haykıran Türkler, yarım saat içinde 20.000 düşman atlısını Haçova kenarındaki bataklığa sürüp yok ettiler. 50.000 düşman da savaş-meydanında öldürüldü. 100 Alman topu, Türklerin eline geçti. Topçusunu ve süvarisini kaybeden, piyadesi de büyük kayıp veren Arşidük, savaş alanından çekildi. 26 Ekim akşamı, güneş batmadan, bütün Haçova, göz alabildiğine düşman cesetleriyle dolmuştu. Türkler, birkaç bin şehit vermişlerdi. Alman ordu hazinesi ve ağırlıkları, Osmanlıların eline geçmişti. Kaçan düşmanın bir kısmı da takip edilerek esir alındı. Bu suretle Osmanlı fütuhat tarihinin son büyük meydan savaşı, kesin şekilde kazanılmış oldu. Fetih Giray ve öncü komutam olarak Cağaloğlu Sinan Paşa büyük başarı göstermişlerdi. Ordunun merkezi bozuldu diye, diğer kanatlar ve öncü, yerinde sabitken, hükümdara ric’at tavsiye edecek kadar telâşlı bir sadrâzamın bulunduğu Türk ordusu, elbette böyle büyük bir zaferi değerlendiremezdi. Geçmişte kazanılan ve ilk Osmanlı hâkanları gibi en büyük çapta askerlerin komuta ettiği meydan savaşlarında da bazı kanatlar şu veya bu şekilde sarsılmış, hattâ bozulmuş, fakat sonunda, düşman yok edilmişti. Muharebe meydanına hâkim olan Türk hâkanı, düşmanı takip etmiş, boş ve müdafaasız kalan ülkelere girmiş, sulh şartlarını dilediği gibi dikte edebilmişti. Haçova’dan sonra, böyle olmadı. Kazanılan zaferle sarhoş olan vezirlerin bütün endişesi, bir gün önce İstanbul’a dönmekten ibaret kaldı. Değil ülke fethetmek, yıllarca süren savaşa son yemek ve en iyi şartlarla sulh yapmak bile düşünülmedi. Haçova zaferine katılan büyük tarihçi Peçevî, bu başarının, Mohaç zaferinden daha az önemli olmadığını, fâkat sonucunun alınamadığını yazmaktadır. Peçevî’ye göre ö kışı Belgrad’da geçirip baharda Viyana’ya gidilse, Alman İmparatorluğunun başkenti, kendini savunmaktan âciz kalırdı. Ama Türk ordusunda, bunları düşünecek, düşünse bile uygulayacak bir tek büyük komutan yoktu. Zaten Haçova, Hoca Sâdeddin Efendi’nin azmi sayesinde kazanılmıştı. Hoca Efendi de asker değildi. Türkler, henüz büyük zaferler kazanabiliyorlardı. Fakat zaferlerin meyvesini toplamayı unutmuşlardı.
Kaynak: Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB, İstanbul, 1989. S. 139-142 |
2568 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |