• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
Göç Destanı

GÖÇ DESTANI

Türk tarihinde Göktürk çağının millî destanı nasıl Ergenekon Destanı ise, Uygur çağınınki de Göç Destanıdır. Bu destânın hülâsası şöyledir:

Eski Hun hükümdarlarından birinin, çok güzel iki kızı vardı. Bu kızlar o kadar güzeldi ki, ancak ilâhlarla evlenmek için yaratıldıklarına inanılıyordu. Kızların babası olan Hun hükümdarı da böyle düşün­dü. Kızlarını insanlardan uzak tutmak için, ülkesinin kuzey taraflarında yüksek bir kule yaptırdı. Kızlarını bu kuleye bıraktı. Hükümdarın, kızları ile evlenmesi için yakarışlarla çağırdığı Tanrı, nihayet bir Bozkurt şeklinde geldi. Bozkurt, bu kızlarla evlendi. Bu ev­lenmeden, 9 tane Oğuz ve 10 tane Uygur doğdu. Do­kuz Oğuzlar ile On Uygurların çocukları, birer boz­kurt sesi ve bozkurt rûhu taşıyarak çoğaldılar.

Uygur ilinde, Hulin adında bir dağ vardı. Bu dağdan, Tuğla ve Selenga adında iki ırmak çıkardı. Bir gece, bu iki ırmak arasındaki bir ağacın üzerine,, gökten mavi bir ışık indi, iki ırmak arasında yaşayan halk, bunu dikkatle tâkip etti. Kutsal ışık, ağacın gövdesinde aylarca durdu. Ağacın gövdesi gittikçe kabardı. Güzel musiki sesleri gelmeye, geceleri, otuz adım çevresine ışık saçmaya başladı. Bir gün ağacın gövdesi yarıldı. İçinden beş çocuk çıktı. Bunlar, ışık­tan doğmuş, kutsal çocuklardı. Herkes bu çocuklara büyük saygı gösterdi. Çocukların isimleri, sırayla Sungur Tekin, Kutur Tekin, Türek Tekin, Ur Tekin ve Bögü Tekin idi. Çocukların Tanrı tarafından gön­derildiğine inanan Türkler, bunlardan birini, hüküm­dar yapmak istediler. Bögü Tekin, güzellik, zekâ ve ehliyetçe ötekilerden üstün olduğu için, onu oy bir­liğiyle hakan seçtiler. Büyük tören yaparak tahta oturttular.

Aradan uzun zamanlar geçti. Bir gün, Uygur tahtına yeni bir hakan oturdu. Bu hakan, Çinlilerle yapılan sürekli savaşlara bir son vermek için, oğlu Gali Tekin’e “Kiyu-Liyen” adındaki Çin prensesini almayı düşündü. Bu prenses, sarayını Hatun Dağı’n- da kurdu. O çevrede, “Tanrı Dağı” adında başka bir dağ ve onun güneyinde de “Kutlu Dağ” adım taşıyan büyük bir kaya vardı. Çin elçileri, bakıcılarla bera­ber geldiler. Bakıcılar dediler ki: “Hatun Dağı’nın bahtiyarlığı, bu kayaya bağlıdır. Türk Devleti’ni güç­süz kılmak için, bu kayayı yok etmeli!” Bunun üze­rine Çinliler, prenseslerine karşılık, bu kayayı iste­diler. Yeni Türk hakanı, yurt içindeki bu taş parça­sının Çinlilere verilmesinde bir sakınca görmedi. Halbuki bu kaya, kutsal bir taştı. Türk ülkesinin esenliği, bu tılsımlı taşın, Türk bütünlüğünün ve bir­liğinin timsâli olan bu kayanın, yurtta kalmasına bağlıydı. Kaya giderse, Türk illerinden bahtiyarlık da giderdi. Çinli prensesin tesirinden kurtulamayan ve millî duygulan azalan hakan, milletinin bu inanı­şına değer vermedi.

Kutsal taş, kolayca götürülemeyecek derecede bü­yüktü. Onun için Çinliler, kayanın çevresine odundan tepeler yaptılar. Odunlara ateş verdiler. Taşı iyice kızdırdıktan sonra, üzerine keskin sirke dökerek parçaladılar. Parçalan arabalarına koydular. Birer birer Çin’e taşıdılar. Bu basan, bütün Çin’i sevindir­di. Çünkü Türklerin kutsal taşı ele geçirilmişti.

Olay, büyük yankılar yaptı. Türk vatanındaki kuşlar, hayvanlar ve bitkiler, kendi dilleriyle, bu ka­yanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da hakan öldü. Türk ülkeleri üzerinden felâket yeli geç­ti. Türk milletinde rahatsızlık, huzursuzluk, bereket­sizlik başladı. Türk hâkanları, tahta oturduktan bir müddet sonra ölmeye başladılar.

Nihayet Bögü Kağan’ın çocuklarından biri Türk tahtına çıktı. Onun zamanında Türk illerinde ehli ve vahşî bütün hayvanlar, yırtıcı ve uysal bütün kuşlar, hattâ konuşmasını bilmeyen küçük çocuklar: “Göç, göç!” diye bağırmaya başladılar. Uygur Türkleri, Tanrı’dan gelen bu işaret üzerine, yurtlarını bırakıp gittiler. Nerede durmak isterlerse, göç etmeyi buyuran aynı kutsal sesi duydular. So­nunda Beşbahk şehrinin bulunduğu ülkeye vardılar. Burada göç emreden sesler kesildi. Bu illerde durdu­lar. Beşbalık şehrini kurdular. Yeniden, güçlü bir Türk devleti doğdu ve Büyük Türk Hâkanlığı’nın şanlı geleneklerini devam ettirdi.

 

Kaynak: Yılmaz Öztuna, Türk Tarihinden Yapraklar, MEB, İstanbul, 1989. S. 28-30

  
2804 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam517
Toplam Ziyaret1118759
Saat