FRANCISCO PIZARRO (yaklaşık 1475-1541) FRANCISCO PIZARRO (yaklaşık 1475-1541)
Francisco Pizarro; Peru'daki İnka İmparatorluğunu zapteden okuma yazma bilmez İspanyol maceracı, 1475 dolaylarında İspanya'nın Trujillo kentinde doğdu. Hayatı kendi hayatıyla birçok yönden benzerlik taşıyan Hernando Cortes gibi Pizarro da, Yeni Dünya'ya ün ve servet aramaya geldi. 1502'den 1509'a kadar, bugün üzerinde Haiti ve Dominik cumhuriyetlerinin bulunduğu Karayiplerde bir adada; Hispaniola'da yaşadı. 1513'te, Pasifik okyanusunda Vasco Nunez de Balbao önderliğinde keşif yapan bir araştırma ekibinin üyesi oldu. 1519'da Panama'ya yerleşti. Pizarro 1522 yılında, kırk yedi yaşlarındayken; orayı ziyaret etmiş olan bir İspanyol kaşif; Pascual de Andagoya'dan İnka İmparatorluğu'nun varlığını öğrendi. Pizarro- hiç kuşkusuz yakın zamanlarda Meksika'nın Hernando Cortez tarafından ele geçirilmiş olmasından esinlenerek- İnka İmparatorluğu'nu fethetmeye karar verdi. 1524-1525 yılları arasındaki ilk girişimi başarısızdı ve iki gemisi Peru'ya varmadan geri dönmek zorunda kalmıştı. 1526-28 yılları arasında yaptığı seferle Peru kıyılarına ulaşmayı ve yanında altınlar, lamalar ve Kızılderililerle dönmeyi başardı. 1528'de İspanya'ya geri döndü. Ertesi yıl imparator V. Charles O'na Peru'yu İspanya adına alması için yetki verdi ve sefer için gerekli kaynakları sağladı. Pizarro Panama'ya dönerek sefer için ekip topladı. 1531'de Panama'dan denize açıldıklarında Pizarro elli altıncı yaşım sürüyordu. Topladığı güç, 200 den az kişiden oluşuyordu, fethetmek üzere yola çıktığı imparatorluk ise altı milyonun üzerinde nüfusa sahipti! Pizarro Peru kıyılarına ertesi yıl ulaştı. Eylül 1532'de, yanma sadece 177 kişi ve 62 at alarak ülkenin içlerine doğru yürüyüşe geçti. Pizarro küçük ordusunu And Dağlan üzerinden aşırarak, İnka hükümdarı Atahualpa'nın kırk bin savaşçıdan oluşan ordusuyla kalmakta olduğu Cajamarca kasabasına ulaştırmaya çalışıyordu. Pizarro'nun askerleri Cajamarca'ya 15 Kasım 1532'de vardılar. Ertesi gün, Pizarro'nun ricası üzerine Atahualpa askerlerinin çok büyük bir kısmım arkasında bıraktı, maiyetine yalnızca beş bin silahsız insan alarak, Pizarro ile görüşmeye gitti. Atahualpa'mn davranışı, kendisine ulaşmış olması gereken bilgiler ışığında bakıldığında, son derece şaşırtıcıdır. Karaya adım attıkları andan itibaren İspanyollar hem düşmanca niyetlerini hem de olanca küstahlıklarını göstermişlerdi. Dolayısıyla Atahualpa' nın Pizarro kuvvetlerinin hiçbir engelle karşılaşmadan Cajamarca'ya yaklaşmalarına neden izin verdiğini anlamak güçtür. Kızılderililer Pizarro'ya atlarım neredeyse hiç işe yaramadığı dar dağ yollarında saldırmış olsalardı, İspanyol güçlerini rahatlıkla yok edebilirlerdi. Atahualpa'nın Pizarro Cajamarca'ya vardıktan sonra sergilediği davranış ise daha da şaşırtıcıydı. Bir düşman ordusuna silahsız olarak yaklaşmak inanılmaz derecede aptalca bir tutumdu. Pusu kurmanın İnkaların sık rastlanır bir taktiği olduğu hatırlandığında muamma iyice içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Pizarro eline geçen altın fırsatı kaçırmadı. Askerlerine Atahualpa ve silahsız eşlikçilerine saldırmalarını emretti. Savaş-"kıyım" demek daha doğru olacak- sadece yarım saat sürdü. Bir tek İspanyol askeri bile ölmedi; tek yaralanan da, Atahualpa'yı korumaya çalışırken ufak bir yara alan Pizarro'ydu; bu sayede Atahualpa'yı sağ ele geçirmeyi başarmıştı. Pizarro'nun stratejisi mükemmel işliyordu, İnka imparatorluğu kuvvetli bir merkeziyetçi yapıya sahipti, tüm yetki yarı ruhani bir varlık olduğuna inanılan "İnka", yani imparatorun elindeydi. "İnka" esir tutulduğundan Kızılderililer İspanyol işgaline tepki veremiyorlardı. Atahualpa, özgürlüğüne kavuşmak umuduyla Pizarro'ya altm ve gümüşten oluşan, değeri muhtemelen 28 milyon doların üzerinde olan muazzam bir fidye ödedi. Buna rağmen Pizarro O'nu bir iki ay içinde idam ettirdi. Atahualpa'nın esir alınmasından bir yıl sonra kasım 1533'te, Pizarro'nun askerleri İnkaların başkenti Cuzco'ya hiç savaşmadan girdiler. Pizarro burada yeni bir "kukla inka" atadı. 1535'te Lima şehrini kurarak başkent ilan etti. Ancak 1536'da kukla imparator kaçarak İspanyollara karşı başlatılan Kızılderili isyanına önderlik etti. İspanyol güçleri bir süre Lima ve Cuzco'da kuşatma altında kaldılar. İspanyolların ertesi yıl ülkenin büyük bölümünde yeniden hakimiyet kurmalarına rağmen, isyan 1572 yılma kadar bastırılamadı. O zamana kadar da Pizarro ölmüştü. Pizarro'nun düşüşü İspanyolların kendi aralarında savaşmaya başlamalarıyla gerçekleşti. En yakın arkadaşlarından biri olan Diego de Almagro, Pizarro'nun kendisine ganimetten hak ettiği ölçüde pay vermediğini iddia ederek, 1537 yılında baş kaldırdı. Almagro yakalanıp idam edildi ama mesele aslında çözümlenmemişti; 1541'de Almagro'nun yandaşı olan bir grup insan Pizarro'nun Lima'daki sarayına girerek altmış altı yaşındaki lideri, Cuzco'ya zaferle girmesinden yalnızca sekiz yıl sonra, katlettiler. Francisco Pizarro gözüpek, kararlı ve zekiydi. Kendi ölçülerine göre dindar bir adamdı; ölürken yere kendi kanıyla bir haç çizdiği ve son sözlerinin "İsa" olduğu söylenir. Ancak aynı zamanda çok da açgözlü bir adamdı; zalim, hırslı ve hilekardı, Güney Amerika'yı zaptetmeye gelen İspanyolların belki de en vahşisiydi. Pizarro'nun haşin kişiliği, kazandığı askeri başarının büyüklüğüne görmezden gelmemize neden olmamalıdır. 1967 yılında İsrailliler sayıca ve askeri donanım açısından kendilerinden kat kat üstün olan Arap ülkelerine karşı büyük bir zafer kazandıklarında çok insan şaşırmıştı. Etkileyici bir zaferdi bu; ama tarih üstün güçlere karşı kazanılmış zaferlerle süslüdür. Nâpolyon ve Büyük İskender hep kendilerinden büyük ordulara karşı zafer kazandılar. Moğollar Cengiz Han'dan sonra gelen hükümdarlarının döneminde, nüfusu kendi nüfuslarının en az otuz katı olan Çin'i fethetmeyi başardılar. Ancak Pizarro'nun altı milyondan fazla nüfusu olan bir imparatorluğu sadece 180 kişilik bir orduyla zaptetmesi tarihteki en şaşırtıcı kahramanlıktır. Yenmeyi başardığı sayısal üstünlük, yaklaşık beş milyonluk bir imparatorluğu 600 kişiyle zapteden Cortes'in karşı karşıya olduğu sayıdan da fazlaydı. Acaba Büyük İskender ya da Cengiz Han bile Pizarro'nun başarısına ulaşabilirler miydi? Bundan kuşku duyarım, çünkü ikisi de hiçbir zaman bu kadar büyük bir üstünlükle karşı karşıya olup da bir fethe kalkışacak kadar pervasız olmamışlardı. Ama, İspanyollara o zamanlar sahip oldukları silahların ezici bir taktik üstünlük kazandırıp kazandırmadığı sorulabilir. Hiç de değil. Dönemin ilkel silahları, arkebüzler, kısa menzilliydiler ve ateşlendikten sonra yeniden doldurulmaları uzun zaman alıyordu. Ürkütücü bir gürültü çıkarmalarına rağmen, aslında iyi bir ok-yay takımından daha az etkiliydiler. Ayrıca Pizarro Cajamarca'ya girdiklerinde adamlarının sadece üç tanesinde arkebüz vardı, okçuların sayısı ise yirmiyi geçmiyordu. Kızılderililerin çoğu kılıç ve mızrak gibi bildik silahlarla öldürülmüşlerdi. Birkaç atları ve silahları olmasına karşın İspanyolların çatışmaya son derece zayıf bir askeri güçle girdikleri açıktır. İspanyolların kazandığı zaferde baş etkenler, silahtan çok, liderlik ve kararlılıktı. Pizarro'nun şansı da yaver gitmişti elbette ama, talihin her zaman cesurdan yana olduğu da eski bir meseldir. Francisco Pizarro, bazı yazarlarca gözüpek bir hayduttan başka bir şey olmamakla itham edilmişti. Ama tarihte bu kadar iz birakan haydutlar varsa bile, sayılan pek azdır. Tahtından ettiği imparator, günümüzde Peru ve Ekvador'un bulunduğu toprakların büyük kısmının ve yanı sıra Şili'nin kuzey yarısının, Bolivya'nın da bir bölümünün de hükümdarıydı. Ülkenin nüfusu Güney Amerika'da bulunan diğer ülkelerin toplam nüfusunun bayağı üstündeydi. Pizarro'nun fetihleri sonucu, bölgenin tamamına İspanya'nın dini ve kültürü dayatıldı. Dahası, İnka imparatorluğunun çöküşünden sonra, Güney Amerika'daki hiçbir ülke Avrupa işgaline direnme imkanı bulamadı. Güney Amerika'da halen daha milyonlarca Kızılderili yaşamaktadır. Ama kıtann büyük bölümünde Kızılderililer yeniden siyasal güç kazanamamış, Avrupa dili, dini ve kültürü bölgedeki baskınlığını sürdürmüştür. Her ikisi de çok küçük ordulara kumanda eden Cortés ve Pizarra, Aztek ve İnka imparatorluklarını alelacele yıkmayı başardılar. Bu durum birçok kişiye Meksika ve Peru'nun Avrupalıların eline geçmesinin kaçınılmaz bir şey olduğunu düşündürdü. Gerçekten de, Aztek imparatorluğunun bağımsızlığını sürdürme konusunda pek fazla şansı yoktu gibi görünüyor. Konumu (Meksika körfezine yakındır ve Küba'dan deniz yoluyla kısa sürede ulaşılabilir) bu ülkeyi İspanyol saldırılarının tehditi altına sokuyordu. Az-tekler Cortéz'in askerlerini yenmeyi başarsalardı bile, daha büyük İspanyol ordularının hemen imdada yetişeceğinden kuşku yoktu. Diğer yandan İnka imparatorluğu savunma için çok daha iyi bir yerleşime sahipti. Tek deniz sınırı, İspanyollar'ın Atlantik'e göre daha zor ulaşılabileceği Pasifik okyanusuydu. İnkaların büyük orduları vardı ve imparatorlukları kalabalık ve örgütlüydü. Üstelik Peru toprakları dağlık ve kayalıktı; Avrupalı sömürgeciler dünyanın birçok yerindeki dağlık alanları zaptetmenin zor olduğunu düşünürlerdi. Avrupalıların on altıncı yüzyıla göre çok daha gelişmiş silahlara sahip oldukları on dokuzuncu yüzyılın başlarında bile, İtalyanların Etyopya'yı fethetme girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Benzer şekilde; İngilizler, Hindistan'ın kuzey batı cephesindeki kabilelerle, neredeyse sonsuz sayılabilecek zorluklar yaşamışlardı. Avrupalılar Nepal, Afganistan ve İran gibi dağlık ülkeleri sömürgeleştirmeyi asla başaramamışlardı. Pizarro'nun işgali başarısız olsaydı ve İnkalar bu yolla Avrupalıların sahip oldukları silahlar ve uyguladıkları taktikler konusunda bilgi edinme fırsatı bula-bilselerdi, sonraki yıllarda karşılarına çıkan daha büyük Avrupa ordularım yenilgiye uğratabilirlerdi. Şurası bir gerçektir ki; çok az silaha sahip olan ve Pizarro'nun ülkeyi ele geçirmesinden önce toplayabilecekleri ordunun çok küçük bir bölümünden fazlasını asla bir araya getiremeyen Kızılderililerin 1536 isyanım bastırmak için İspanyollar otuz altı yıl uğraşmışlardır. İspanyollar Pizarro olmasaydı da İnka İmparatorluğu'nu ele geçirebilirlerdi belki ama, böyle bir yargıya fazla da güvenmemek gerekir. Dolayısıyla, Pizarro bu listede Cortes'in bir alt sırasına yerleştirilmiştir. Cortes tarihin akışını hızlandırmıştır; oysa Pizarro bu akışı tamamen değiştirebilirdi.
Kaynak: Michael H. Hart, Dünya Tarihine Yön Veren En Etkin 100, Neden Kitap Yayıncılık, İstanbul, 2008, s. 278-292 |
3044 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |