ŞEHZADE KORKUT’UN HAZİN AKIBETİ ŞEHZADE KORKUT’UN HAZİN AKIBETİ
II. Bayezid’in ortanca oğlu olup 1470 senesinde Amasra’da dünyaya gelmiştir. Korkut’un çocukluğu bu şehirde geçmiş, 1480’de, sünnet edilmek üzere kardeşleri Ahmet, Selim, Alemşâh ve Şehinşâh ile birlikte İstanbul’a büyük babası Fatih’in yanına gönderilmiştir. Korkud Çelebi, Fatih’in 3 Mayıs 1481’de vefâtı ile İstanbul’da çıkan korkunç karışıklıklara katılmış, henüz on bir yaşında genç bir çocuk olmasına rağmen, yeniçerileri para ile teskin eden İstanbul muhafızı, İshak Paşanın gayretiyle, babasına vekâleten Osmanlı tahtına geçmiştir. 21 Mayıs 1481’e kadar tam bir hükümdar gibi hareket edip yeniçerilerin de ulûfelerini arttıran Korkud Çelebi, 22 Mayıs 1483’de kendisine teşrif verilerek aynı senede Şehinşâh’dan boşalan Saruhan sancağına getirilmiştir. Bu suretle, 1502 senesine kadar annesi Nigâr Hatunla birlikte merkezi Manisa olan Saruhan valiliğinde kalan Korkud, Midilli’nin Venediklilerden geri alınmasında rol oynamıştır. Ancak, hasları yüzünden Sadrâzam Hadım Âli Paşa ile arası açıldı ve bu halden büsbütün incinerek Antalya’ya çekildi. Bayezit bu hali haber alınca, kırıldığını kabul ederek, çok miktarda hediye ile birlikte ona, nasihat etmek üzere ülemâdan eski Anadolu Kazaskeri Amasyalı Mevlanâ Alâeddin Ali’yi göndermiş ve haslarına da bir takım ilâveler yapmıştı. Fakat buna rağmen Şehzade Korkud “bana saltanat ve eyâlet gerekmez” diyerek bunu da reddetmişti. Mevlanâ Alâeddin geri döndüğü vakit Korkut’un “ilim ve irfanla” meşgul olduğunu ve dargın bir hali bulunduğunu bildirmiş ve geliri daha da arttırılmış olmasına rağmen Korkud, bir türlü memnun olmamıştı. Sonunda 87 kölesi ve 50 kadar maiyetiyle atacak yay ve beline kuşanacak kılıç almadan” deniz yoluyla hacca gitmek bahanesiyle Mısır’a geldi ve burada Memlûk (Kölemen) sultanı tarafından büyük bir merasimle karşılandı. Ancak, yeni bir Cem hâdisesinden haklı olarak ' çekinen Memlûk sultam Kansu Gavri (Gûrî) her türlü ikramlarda bulunmuş olmasına rağmen, onun Mısır’da daha fazla kalmasını münasip görmemiş, uzun görüşmeler sonunda onu Anadolu’ya dönmesine iknâ edebilmişti. Bu arada Korkud babasına ve Sadnâzam’a yazdığı mektuplarda affedilmesini istemiş, bu arzusu kabul edilerek Antalya sancağı tekrar kendisine verilmişti. Fakat Korkut, burada kalmamak ve mutlaka İstanbul’a yakın bir yerde bulunmak arzusu ile tekrar Bayezid’e müracaaat ederek zaif bünyesine dokunduğunu Antalya ve Alanya yerine Tire, İzmir ve Ayaslug (Selçuk)’un kendisine verilmesini istiyordu. Ancak ricası kabul edilmeyince, arzusunu zorla gerçekleştirmek üzere bir gece ansızın sancağını terk ederek Saruhan’a hareket etmişti. Onun bu hareketi hoş görülmemekle beraber 1511’de Saruhan’a yerleşmesine hükümetçe ses çıkarılmamıştı.
Olayların tamamıyla Selim lehine bir cereyan aldığı bu sıralarda Şehzâde Ahmed’in artık davayı kaybettiğine hükmeden Korkud, kendisine taraftar devlet büyüklerinden gizli mektuplar aldı. Bu mektuplarda, eğer hükümdar olmak istiyorsa acele İstanbul’a gelmesi ve yeniçerilere başvurması bildiriliyordu. Korkud naibliği sırasında yeniçerilere karşı pek cömert davrandığı için bunların Osmanlı tahtına geçme hususunda kendisine yardım edeceklerini düşünüyordu. Gelen haberlerin de etkisiyle 30 Mart 1512’de Kumkapısı sâhilinden İstanbul’a çıkarak doğruca yeniçeri mescidine (Orta Cami'e) misafir oldu. Yeniçerilere dağıtmak üzere yanında 20 bin Fluri bulunan Korkut, o geceyi mescitte geçirmiş ve ertesi gün Yazıcı Kemâl’in evine misafir edilmişti. Esasen Korkut’un İstanbul’a gelişi halk arasında iyi karşılanmamıştı; üstelik herkesi de hayret ve şüpheye düşürmüştü. Âyrıca bu gelişten Bayezid’de memnun olmadığı gibi, 6 Nisan 1512’de kendisini kabul ettiği sırada da gelişinin hangi sebebe dayandığının izahını da istedi. O da ağabeyi Ahmed’in kendi üzerine yürüyeceğini söylemesi padişahı tatmin etmemişti. Yeniçerilere dağıtılan paralar bir an için etkili olmuş, bir kısmı Korkut’u destekler bir tavır talanmışlar ise de, Selim taraftarı Hacı Mehmed’in uyarması ile onun saltanata geçmesini uygun bulmadılar. Ancak Selim taralından kendisine bir zarar verilmeyeceğini taahhüt ettiler. Venedik sefiri Nıcola Zustığnam’ın 24 Nisan 1512 tarihi ile Senatoya gönderdiği bir mektuptan anlaşıldığına göre de, Yavuz Sultan Selim Yenibağçe’ye gelmeden bir gün evvel (18 Nisan 1512) onu diğer bir kapıdan dışarı çıkararak Manisa’ya gönderdiler. Bir kısım kaynaklar, Korkut’un Selim’i bizzat karşıladığını kaydederlerse de, iki tarafın tutumu bilindiğine göre, bu husus münakaşalıdır. Babası II. Bayezid’i adetâ zorla tahttan indirerek 24 Nisan 1512’de Osmanlı tahtına oturan Yavuz bu tarihte 46 yaşında idi. Babasına verdiği söze rağmen suçluyu, suçsuzu ayırmak lüzumunu duymamış, devletin nizâmı, kendisinin tek başına iktidarını temin etmek için tahtı rakipsiz hale getirmeyi tek vazife saymıştır. Bu sebepledir ki kendisine isyân eden ve babasının da tahttan indirilmesiyle yalnız kalan ağabeyi Şehzâde Ahmed’i ve Korkut’u nizam-ı âlem için ortadan kaldırmayı görev saymıştır. Umumiyetle hasta bir mizaca sahip olup devlet işlerinden ziyade şiir ve san’ata, zevk ve safa âlemlerine düşkün olduğu bilinen Korkut; daha önce Yavuz’a biat ederek hayatını garantiye almış olmasına rağmen endişeli idi. Çünkü her şeyden önce Yavuz’un verdiği söze sadık kalıp kalmayacağı belli değildi. Ayrıca onun haşin tabiatı da kendisince biliniyordu. Kardeşlerin oğullarının arka arkaya boğulmaları Korkud’u endişeye düşürdü. Buna ilâveten bazı münafıkların sözü üzerine Yavuz’un Korkut’u denizden ve karadan ablukaya aldırması onu büsbütün korkuttu. Kardeşinin bu tarzdaki hareketini casusları vasıtasıyla haber alan Korkut kitaplarını Manisa kalesine koymuş ve hallerden şikayet yollu Selim’e mektup yazarak ahdine sadık olduğunu bildirmiştir. Korkut bu mektubunda nifak çıkarmak isteyenlerin kendi hakkında ve aleyhinde bulunduklarını, bunlara inanılmamasını, karadan ve denizden her tarafının çevrildiğini ye üzerine asker sevk edileceğini haber aldığını, saltanat ve devlete hakikaten rağbeti olmadığını, kendisine sadık ve itaatli olduğunu, bütün arzusunun bir köşeye çekilerek kitapları ile meşgul olmaktan ve Hünkâra duadan ibaret bulunduğunu, kendisinden şüphe etmemesini, çocukluklarından beri birbirlerini en çok seven iki kardeş olduklarım unutmamasını bildirdi ve kendisine dokunulmamasını ricâ etti. Yavuz biraderi Korkut’un mektubuna verdiği kısa cevapta: Hükümdarlıktan maksadı Anadolu’da Şah İsmail ve taraftarlarının ateşini söndürmek olduğunu, Şah İsmail ve Şah Kulu hadiselerinin ne derece zararlı olduklarım, Allah izin verirse şark tarafına gideceğini, madem ki kendisi sözüne sadıktır, o halde hayatından hiçbir zaman endişe etmemesini bildirmişti. Yavuz’un verdiği cevap, Korkut’u biraz yatıştırdı ise de korkularım tamamen gideremedi. Yavuz’un kendi için aslında neler düşündüğünü bilmediğinden kendi emniyeti için bazı tedbirler almayı lüzumlu görüyordu. Yardım umduğu Yeniçeri Ocağı’nı ve itimad ettiği bazı sancak beylerini kendi tarafına çekmek için bazı teşebbüslerde bulundu. Böylece de büyük bir hatâ işledi. Korkud’un başka bir şüpheli hareketi de, Midilli’yi elde edemeyince Tekke ve Alanya (Alaiyye) taraflarının kendisine verilmesini istemesi idi. Halbuki, vaktiyle kendisine ait olan bu yerlerden O, sıhhatine elverişli olmadığını söyleyerek ayrılmış bulunuyordu. Onun yeniden bu topraklara sahip olmak istemesi, bir tehlike anında kolayca Batı’ya kaçmak için mi idi? Ancak Korkut’un bu gibi istekleri Yavuz’un şüphelerini artırmaktan başka bir sonuç vermedi Bu sebeple, esas maksadını anlamak için kendisine devlet erkânı ağzından sahte mektuplar yolladı. Bu mektuplarda Selim’in korkunçluğundan şikâyet etmekte ve kendisi hükümdar olmak üzere davet olunmakta idi. İçi saltanat havası ile doldurulan Korkut, ikinci bir hataya kapılarak bunun sahte olup olmayacağını hiç düşünmedi ve buna hemen inanarak cevap yazdı. Bunda kendilerine teşekkür ediyor, onları övüyor ve vaadlerde bulunuyordu. Gelen cevap, Yavuz’da hiçbir şüphe bırakmadı. Aslında Yavuz aklanıyordu. Korkut taç ve taht hevesinden çoktan vazgeçmiş, şimdi sadece canının derdine düşmüştü. Hayatta kalmak için de bazı tedbirler almak istemişti; bunda da haklıydı. Yavuz Sultan Selim’in Korkut’dan gelen cevap üzerine harekete geçmemesi imkansızdı. Nitekim av bahanesiyle Bursa’dan ayrıldı. Yanında on bine yakın süvari vardı Ancak, Korkut’u sarayında habersizce bastırıp yakalamak için alelacele gelmiş olmasına rağmen buna muvaffak olamamıştı. Yollarda ve bellerde gözcüleri bulunan Korkut, durumu daha evvel haber alınca sakalını beyaza boyayıp başına bir külâh giyerek üzerine bir şemle sarıp eski elbiseler giyip bu suretle kıyafetini değiştirdikten sonra yükte hafif, bahada ağır nesi varsa alıp musahibi ve fedakâr adamı Piyale Bey ile birlikte sarayın arka arka kapısından çıkarak kaçmıştı. Korkut’la Piyale Bey, yanlarına fazla yiyecek almamışlardı. Üstelik, 1513 yılı kışı pek şiddetli geçiyordu. Bu yüzden sığındıkları mağarada yirmi gün kaldıktan sonra buradan çıktılar ve Korkut’un yolları çok iyi bilmesi sayesinde kimseye görünmeden ve takip olunmadan eski sancağı Teke iline vardılar. Burada bir mağarada üç hafta saklandılar. Korkut’un niyeti, deniz yolu ile Rodos’a geçmek ve amcası Cem Sultan gibi Rodos şövalyelerine sığınmaktı. Gerçi Mısır’a da gidebilirdi, lâkin Kölemen (Memlûk) sultanı Kansu Gavri’den geçen sefer umduğu desteği göremediği için Rodos’u tercih ediyordu. Fakat bu arada Yavuz Karaman Beylerbeyi Hemdem Paşa’ya hükümler göndererek dikkatli olmasını bildirerek, Antalya taraflarını da sıkı bir kontrol altına aldırmıştı. Bu sırada Piyale Bey’in yaptığı bir hatâ, kaçış plânının gerçekleşmesine engel oldu. Yiyecekleri tükenen Piyale Bey, erzak temin etmek ve hatta gerekirse gemi bulmak üzere bir Türkmenlerle anlaştı ve Antalya’ya inmek üzere ona kendi atını verdi. İşte çok güzel ve süslü olan bu at dikkati çekti. Öbür Türkmenler kendisini gizlice takip edip kiminle temasta bulunduğunu ve mağaranın yerini Teke Bey’i Kasım Bey’e haber verdiler. Yavuzun gözüne girmek vs itimadını kazanmak için fırsat bekleyen Kasım Bey, yanına yeteri kadar adam alıp mağarayı bastı ve Şehzâde Korkut ile Piyale Be/i yakalayarak durumu Yavuz’a bildirdi. Olayı duyan Yavuz hemen sadık adamlarından olup sonra Beylerbeyi olan Karaçinoğlu Ahmet Paşayı onları getirmek üzere gönderdi. Korkut ile Piyale Karaçinoğluna teslim edildi. Korkut’un Mısır’a veya amcası gibi şövalyelere ilticasının yeni bir gaileye sebep olacağından endişe eden Yavuz Korkut’un elde edilmesinden dolayı geniş bir nefes aldı. Fakat onu İstanbul’a getirmenin yeniçeriler arasında bir harekete sebep olabileceğini düşünerek Kapıcıbaşı Sinan Ağa’yı göndererek yolda işini bitirmesini emreylemişti. Muhafaza altında yola çıkarılan Korkut, Eğrigöz (Emet) kasabasına geldiği zaman Yavuz’un gönderdiği Kapıcıbaşı Sinan Bey kendilerini büyük bir saygıyla karşıladı. Korkut, hayatından ümidini kesmiş olmakda beraber, sonuna kadar bir kurtuluş çaresi aramaktan vazgeçmemişti. Bu sırada akşam olmuş sular kararmıştı. Hem vücudca ve hem ruhî buhran neticesinde bitkin olan Korkut, yol almanın verdiği yorgunlukla da derin bir uykuya daldı. Lâkin Piyale Bey’in gözüne uyku girmiyordu. Korkut’un uykusu ağırlaşınca Piyale Beyi, dışarıya çağırıp Sinan Ağa’nın kendisini görmek istediğini söylediler. Piyale Bey, bir şeyden şüphelenmeden dışarı çıktı; aynı anda cellatlarda, meşum görevlerini yerine getirmek için içeri girdiler.
Korkut, bu gidiş gelişlerden uyandı ve doğrulup etrafına bakınca durumu anladı. Artık, her şey bitmiş, her ümit kaybolmuştu. Buna rağmen soğukkanlılığını kaybetmeyerek sordu: Bize ölüm mü emrolundu? Cellâtlar, başları önlerine eğik olduğu halde saygı ile cevap verdiler. Ölüm Allah'ın emri sultanım. İnşallah cenâbınızı cennet ve cemâli müşerref kılar. Bunun üzerine Korkut, bir saat müsaade isteyerek Selim’i kınayan manzum bir mektup yazdı; mektup sona erince de boynunu sükûnetle ipe uzattı. Bizim tarihlerde Korkut’un yazmış olduğu bu mektubun muhtevası hakkında herhangi bir kayıt yoktur. O tarihte Yavuz’un maiyyetinde bulunan Menavino’ya göre manzum mektupta şunlar yazılmış: “Senin zulmün şimdiye kadar meçhulüm olan şeyleri bana öğretti. Ben sana saltanatı terk eylediğim halde sen beni canımdan ediyorsun. Tebaamın arasında yaşadığım zaman herkes beni seviyor ve bana hürmet ediyordu; kırlara ve dağlara iltica eylediğim vakit yabani ve vahşi her ne varsa her şey bana yiyecek oldu. Ey nankör senden başka beni üzen çıkmamıştır. Ben, bana ait her bir şeyi terk eylemeğe, hiçbir işe karışmayıp inzivaya çekilerek kendi âlemimde uzletle yaşamak ve babamdan kalan bir parça irad ile yaşamağa razı olmakla sana fenalık mı yaptım? Neden hayatımı kısaltıyorsun?’ Ertesi gün Korkut’un naaşı şehre götürüldü ve mektup Yavuz’a takdim edildi. Yavuz Sultan Selim, bu mektubu okurken gözyaşlarını tutamamıştı. Şehzadeler bu şekilde öldükleri zaman bir tören yapılmazdı. Yavuz, buna rağmen muhteşem bir cenaze töreni düzenlenmesini bildirdi ve yine geleneklere aykırı olarak ölen bir padişah imiş gibi üç gün süre ile resmî matem ilân etti. Bu arada Korkut’un yerini haber veren on beş Türkmen’de Bursa’da idam edildi. Korkut sultanların âlimlerinden ve şehzâdelerin fazıllarındandı. Dağ gibi kütüphanesini nice katar deve taşırdı. Şiirde “Harim ” takma adım kullanırdı. Kendisi kuvvetli bir şair olduğu gibi usta bir musikişinas ve mükemmel bir bestekârdı. Bunun yanında birçok da ilmi eser yazmıştır. Eserlerini Ebülhayır Muhammed Korkut diye imzalardı. Öldüğü zaman 46 yaşında bulunuyordu. Orhangazi civarında gömülmüş ve kendisine türbedar tayin edilen Piyale Bey ise, ömrünün sonuna kadar bu görevi yerine getirmiştir.
YILMAZ, Muammer, Şehzade Cem’in Hazin Akıbeti, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Şubat 1991, s.25-29. |
5293 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |