Bilge Kağan (683-734) BİLGE KAGAN (683-734) Tansu AY
Türklüğünden hiç kimsenin, hiç bir şekilde şüphe etmediği ilk devlet KÖKTÜRKLER, 630 yıllarında Çin entrikaları ve iç çekişmeler yüzünden geçirdikleri karışıklıklar sonucu esârete düştü. Peş peşe çıkan bağımsızlık hareketlerinin ardından, nihayet Kutlug İlteriş Kağan Çin hâkimiyetine son vererek devleti toparladı. 691 yılında ölen İlteriş Kağan geride sekiz ve yedi yaşlarında iki ateş parçası oğul bıraktı ki, bunlar Türk devletinin şanlı bir dönemine başkanlık etmek yanında, elimizdeki en mühim Türkçe kitâbeleri bırakmış olma şerefini de taşırlar. Bu sâyede 1300 sene önce Türklerin nasıl yaşadıklarını, nasıl düşündüklerini, nasıl devlet yönettiklerini ve nasıl konuştuklarını yabana komşularından değil, bizzat kendilerinden öğrenme imkânını bulmuş oluyoruz. Bu belgeler olmasaydı Çinliler tarafından Tukyu diye adlandırılan mavi gözlü, kumral saçlı bu insanlara Rus’undan, Finli’sine Alman’ına kadar bir çok millet sâhip çıkıyordu. Babası öldüğünde Bilge Kağan Tarduş ilinin başında idâreciliği öğreniyordu. On dört yaşından sonra amcası Kapgan Kağan’la doğuda Yeşil nehre, Şantung ovasına, batıda Demirkapı’ya kadar yirmi beş kere sefere çıkmış, on üçünde bizzat savaşa katılmıştı. Kapgan Kağan’ın 716 yılında ölümü üzerine, kardeşi Költigin’le anlaşarak devletin idâresini ele aldığında otuz üç yaşındaydı ve devlet yönetiminde pişmiş, çevresindeki akıllı ve uzak görüşlü kişilerin öğütlerini dinleyen, hattâ mâkul sebepler karşısında hatâlı kararlarından dönebilme olgunluğunu gösteren bir yöneticiydi. Nitekim başa geçmesinin ardından Çinliler Beşbalık civârındaki Türkleri tahrik ederek ayaklandırdılar. Gerçi isyân derhâl bastırıldı ama düşmanın kökü dışarıdaydı ve Kağan bunu kurutmağa karar verdi. Ancak kurultayda Çinlilerin en kuvvetli ve zengin dönemlerinden birini yaşadığı, başlarında güçlü, kendine güvenen bir imparatorun varlığı ileri sürüldü. Buna karşılık Türk orduları iç savaşlarda yorulmuştu. Bu görüşlere hak veren Bilge Kağan savaşı erteleyerek daha iyi hazırlanmak gâyesiyle Çin’e elçiler yolladı. Fakat Çin imparatoru barışa yanaşmayarak Türklere hücum edilmesi emrini verdi. Bilge Kağan üzerine gelen Çin ordularını yok ederek imparatoru barışa mecbûr etti. Türklere Çinle ticâret yapmaları için açık pazar şehirleri tahsis edildiği gibi her yıl vergi verilmesi de kararlaştırıldı. Bu arada yenik düşmanın haşmet ve zenginliği Bilge Kağan'ı etkilemişti. Türklerin büyük süslü ve gösterişli tapınakları, surlarla çevrili şehirleri niçin olmasındı? Bu güzelliklere giden yol Çinlilerin dini Budizm ve Taozim değil miydi? Ancak Kurultay "Türkler Çinlilere güvenmemelidir. Bizim asıl işimiz savaşmaktır. Güçlü olunca hücum eder, zayıf olunca çekiliriz. Eğer millet duvarlarla çevrili şehirlere kapatılırsa günün birinde Çin'e yenilir ve köle olmaktan kurtulamaz. Budizm ve Taoizm gibi dinlerin gerçi tapınakları ihtişamlı ve göz alıcıdır. ama insana uysallığı miskinliği öğretir ve kan dökmeyi yasaklar ki bu fikirler milleti uyuşturur. Hele savaşçı için bu inançlar ölüm demektir" görüşüyle Kağan’a karşı çıktı ve Bilge Kağan gerçeği görerek atalarına sarıldı. Bu durumu kardeşi Költigin’in ölümü üzerine, kendi ölümünden iki yıl önce 732 târihinde, kırk yedi yaşındayken yazdırdığı kitâbede açıkça görmekteyiz. Kağan olduktan sonra on iki büyük sefere çıkmıştır. İç savaşlarda takındığı tavırdan onun kabilecilik şuurundan bir millet şuuruna erişmiş olduğunu anlıyoruz. Orhun yazıtlarında bu konuda şöyle demektedir: "Türgiş Kağanı Türkümüz, milletimizdi. Bilmediği için, yanlış davrandığı için öldü. İdarecileri, beyleri de öldü. Halk eziyet gördü ". “Dokuz oğuzlar kendi milletimdi. Gök yer bulandığı için düşman olduk. Bir yılda beş kere savaştık". Diğer taraftan milletinin geçmişi ve geleceği ile de ilgilenmiş, istikbâldeki yöneticilere ve Türk milletine: “Türk beyleri, milleti bunu işitin! Türk milletinin nasıl toplanıp yüceleceğini buraya yazıyorum. Nasıl yanılıp yok olacağını da buraya yazıyorum. Ona bakarak bilin!’’ diyerek bin üç yüz yıl öteden günümüzü aydınlatabilmiştir.
Gözlem ve teşhislerinde tam bir isâbet ve gerçekçilik vardır. Topluluğun sâdece içinde yaşadığı anı düşündüğü, dünü çabucak unutup, yarınını tehlikeye atma temâyülünü, vâni hâfızasının zayıf olduğunu, “tokluğun değerlerini bilmezsin, açıksan tokluğu, doysan açlığı düşünmezsin. Bu sebeple de söz dinlemeden davranıp hep mahvoldun” sözleriyle ifâde etmektedir. Günümüzde de devam eden Türk aydınının yabancı hayranlığına karşılık, halkın milliyetçi duygulan yaşattığını ise şu sözlerle belirtir: “Beyler Türk adını bıraktılar". Buna karşılık Türk halk kitlesi şöyle demiş: Vatanlı millet idim, vatanım şimdi hani? Kağanlı millet idim Kağanım şimdi hani? Kim için kazanıyor. kimlere hizmet ediyorum? Halk böyle deyip Çin’e düşman olmuş, âncak teşkilât kuramadığı için yenilmiş6”. Yabancı kültürün nasıl bir mikrop gibi milletin içinde yayılıp tahribat yaptığını tam isâbetle görmüştür:
“Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşakmış. Tatlı söz ve yumuşak ipek kumaşla aldatıp milleti kendine çeker ve sonra kötü şeyleri düşünürmüş. Bilgili insanları, cesur insanları kandıramazmış ancak bir kişi yanılsa. kabilesine, akrabasına kadar hepsi mahvolurmuş”. Bilge Kağan’a göre gerilemenin sebepleri beceriksiz yöneticiler, beylerle halk arasında uyumsuzluk ve bunu tahrik eden, körükleyen dış güçler ile cehâlet ve disiplin yokluğuydu. Kendi sözleriyle: “Başa kötü ve bilgisiz kağanlar (yöneticiler) geçmişti. Devleti idare eden memurlar da hâliyle bilgisiz ve kötüydü. Beyler (aydın ve zengin sınıf) ve halk ahenksizdi. Buna ilâveten Çin hile ve sahtekârlık ve aldatmacayla kardeşi kardeşe düşürdüğü, beylerle halkı karşılıklı tahrik ettiği için Türk milleti vatan yaptığı yerleri elden çıkardı. Esir ve köle oldu. Beyler Türk adını bıraktı". “Türk milleti ve beyleri işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk Milleti ilini töreni kim bozabilirdi? Türk milleti artık düşün! Başına gelenler hep disipsizliğinden ”. “Bu sebeple kağanına, hür ve bağımsız vatanına kötülük ettin. Silâhlılar nereden gelip dağıtıp götürdü? Mızraklılar nereden gelip sürüp götürdü? Kutsal Ötüken ormanının milleti, gittiğin yerde kanın nehir gibi aktı, kemiğin dağ gibi yattı. Bey olacak oğlunu köle, iffetli kızını câriye yaptın. Câhilliğinden dolayı...” Tersine yükselmek ve yabancı boyunduruğundan kurtulmak için Tanrı’nın da yardımıyla gece gündüz, birlik içinde çalışmak, Türk töresine göre düzenlenip, teşkilâtlanmak ve dâima uyanık, güçlü, savaşa hazır olmak gerekiyordu. Yükselmek demek milletin bağımsızlığını âdet ve törelerini korumak, halkın iyi beslenip barınmasını ve çoğalmasını sağlamak ve kimsenin kimseye muhtaç olmadığı bir seviyeye gelmekti. “Babam Kağan on yedi erle Çin e karşı hareketi başlatmış. Duyanlar toplanmış yetmiş er olmuş. Tanrı'nın izniyle babamın askeri kurt gibi, düşmanı koyun gibiymiş. Doğuya batıya sefer edip toplanıp yedi yüz kişi olmuşlar. Yedi yüz er olup vatansızlaşmış milleti, atalanmızın töresine göre düzenlemiş, teşkilâtlandırmış ve memurları tâyin etmiş” “Babam İlteriş Kağan'dan sonra amcam o düzeni sürdürdü, bu sayede kul kullu, câriye cariyeli oldu. Küçük kardeş büyüğüne, oğul babasına muhtaç değildi. Öyle kazanılmış, düzenli memleketimiz ve töremiz vardı". Amcası Kapgan Kağan’ın ölümünden sonra Türkler arasında büyük bir iç savaş çıktı ve ülke yine harap oldu. Neredeyse bağımsızlık bile kaybedilecekti. Nihâyet Költigin ve Bilge Kağan duruma hâkim oldu. “Amcamdan sonra Tanrı'nın izniyle kendim kağan oldum. Varlıklı ve zengin bir milletin başına geçmedim. Tersine içte aşsız. dışta giyeceksiz düşkün perişan bir milletin başına geçtim. Küçük kardeşim Költigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın yücelttiği devletin adı sanı yok olmasın diye Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Küçük kardeşim ve iki komutanla ölesiye bitesiye çalıştım. Böylece kazanarak milleti perişan etmedim. Kağan olduğumda dağılmış olan millet yaya ve çıplak olarak öle yite geri geldi. On-lan beslemek için dört tarafa ordular yolladım ve Tanrı’nın izniyle ve “kut"un (yönetme gücü) olduğu için ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti giyecekli, az milleti çok kıldım...” “Tanrı bahşettiği için ben kazandığım için Türk milleti kazanmıştır” Bilge Kağan’ın 734’te zehirlenerek öldürülmesinden bir yıl sonra 735’te oğlu, babasının Költigin için diktiği kitâbenin bir benzerini yaptırdı. Kitâbe, dünyayı temsil eden kaplumbağa şeklindeki oyuk bir kâide taşına oturtulmuştu. Yüksekliği 3.80 metredir. İtinâ ile yontulmuş, bir çeşit kireç taşı veyâ saf olmayan mermerdendir. Yukarı doğru biraz daralmaktadır. Doğu ve batı cephelerinin genişliği aşağıya 132 yukarıya 122 santimdir. Güney ve kuzey cepheleri ise aşağıda 46 yukarı 44 santimdir. Üst kısım kemer şeklinde bitmektedir ve üç beş kenarlı olmaktadır. Doğu cephesi üzerinde kağanın işâreti vardır. Üç cephesi Türkçe, batısı Çince yazılıdır. Cepheler arasında kalan ve keskin olmayan kenarlarda ve Çince kitabenin yanında Türkçe yazılar vardır. Doğu cephesinde 41, güney ve kuzey cephelerinde 15'er satır bulunmaktadır. Satırlar yukarıdan aşağıya ve sağdan sola dizilmiştir. Satırlarının uzunluğu 235 santim kadardır ve çok düzgündür. Abide civârında türbe ve heykel enkazları ve kitâbeye çıkan 45 kilometre yol boyunca iki taraflı heykeller bulunmuştur.
Tansu Ay, Bilge Kağan (683-734), Türk Dünyası Tarih Dergisi, Ocak 1988, sayı 13, s.14-16. |
1727 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |