• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
Taşabattan Talazana

Taşabattan Talazana


TÜBİTAK ORTAÖĞRETİM ÖĞRENCİLERİ ARASI ARAŞTIRMA PROJELERİ YARIŞMASI


Danışman
Arif ÖZBEYLİ

Projenin Adı: Taşabat’tan Talazan’a


Hazırlayanlar

Safa AYTAÇ    SEYFİ KARABELA


PROJENİN ADI: Taşabat’tan Talazan’a

PROJENİN AMACI: Bölgemizden geçen tarihi İpek Yolu üzerinde yer alan tarihi yerleşim yerlerini ve tarihi eserleri tanıtmak, hatırlatmak, toplumda tarihî bilinç ve şuur oluşturarak bu tarihî yerleşim yerleri ve tarihî eserleri ve kültürel özellikleri koruyarak gelecek nesillere aktarılmasını sağlamak, yerleşim yerlerinin eski adlarını yeni nesle ulaştırarak tarihle arasında bağ oluşturmak.
İçindekiler
GİRİŞ 3
YÖNTEM VE TEKNİKLER 5
SONUÇLAR VE TARTIŞMA 6
1-Taşabat (Taşova) 6
2-Zuday (Alparslan) 7
a-Alparslan Müzesi 8
b-Şeyh Nureddin Alparslan Zaviyesi ve İmareti 46
3-Sonisa 50
a- Osmanlılar Zamanında Sonisa 53
b- Cumhuriyet Döneminde Sonisa 62
c- Sonisa’da Yer Alan Tarihi Eserler 62
d- Sonisa’nın Yetiştirdiği Şahsiyetler 68
4-Kale Boğazı (Opatorya), Kale ve Hıdırlık Köprüsü 69
5-Ziğdi (Karayaka) 71
6-Hayati (Günise-Doğanyurt) 76
7-Kilise Suyu 77
8-Yer Köprü 79
9-Talazan Köprüsü 80
ÖNERİLER 81
KAYNAKLAR 83


GİRİŞ
Anadolu’da Antik ve Roma devrinden beri şehirler arasında ve doğu-batı güzergahlannda çeşitli yollar bulunmaktadır. Eskiden Çin ile Avrupa arasında gidip gelen seyyahlar Pekin'den çıktıktan sonra İpek Yolu'nu takiben Hazar Denizi'nin kuzey ya da güneyinden geçerek Anadolu'da Erzurum-Sivas, ya da Diyarbakır-Adana yollarını takip ederek İstanbul'a, oradan da Venedik ve Roma'ya ulaşıyorlardı. Bu yollar üzerinde de çeşitli konaklama merkezleri mevcuttu.
Ancak Anadoluda gerçek anlamda konaklama merkezleri, Selçuklular ve Osmanlı döneminde meydana getirilerek hemen her tarafta ticari bir canlılık ve güven ortamı yaratılmıştı.
Anadolu’da ve Rumeli’de yollar genel olarak sağ, orta ve sol kol olmak üzere üç ana güzergah ile buna bağlı tali yollardan meydana gelmiştir. XVI.yüzyılın sonu ve XVII.yüzyılın başlarında geliştirlen sol kol Merzifon’a kadar orta kolla aynı güzergahı takip ederek Sonisa üzerinden Niksar, Koyulhisar, Şebinkarahisar üzerinden Kelkit Çayı boyunu takip ederek Kelkit ve Otlukbeli (Karakulak)'ne ulaşan yol idi.Bu yol Tebriz’e kadar ulaşırdı. Eski güzergahla bu yol arasında, Erzincan’ın kuzeyindeki Esence (Keşiş) Dağları sıralanıyordu.

Köprüler
Han (Kervansaray)

Osmanlı Devleti’nde haberleşme ve ticaret hayatında önemli yer tutan teşkilat menzil teşkilatıydı. Bu teşkilat sayesinde Osmanlı Devleti’nde güvenli ve canlı bir ticaret hayatı yaşanmıştır. Menzil Teşkilatı’nın da yer aldığı bu yollardan çok sayıda seyyah da geçmiştir. Bunların en ünlüleri İbn-i Batuta ve Evliya Çelebi’dir.
Osmanlı menzilhânelerin birbirilerine olan uzaklıkları ülkenin her yerinde aynı değildir. Bu mesafeleri daha çok coğrafî şartlar, bölgenin emniyeti ile menzilhâneleri finanse ve idare edebilecek nitelikte yerleşimlerin olup-olmaması belirlemektedir. Bazıları, konumları icabı vazgeçilmez olmaları sebebiyle, tüm olumsuzluklara rağmen, devletin müdahalesi ve desteği ile varlıklarını devam ettirmişlerdir. Yine menzil beygirlerinin fiziksel performans ve dayanıklılıkları da menzilhâneler aralarındaki mesafelerin belirlenmesi hususunda en önemli bir etkendir. Ülke genelinde bir değerlendirme yapıldığında, bu mesafelerin ortalama 11 saat (yaklaşık 63 km) civarında olduğu anlaşılmaktadır. Genellikle her kazâ ahâlisi kendi menzilhânesine nizam vermekle mükellef iken, bazı menzilhânelere nizam verilmesi hususunda birden fazla kazâ ahâlisinin sorumlu tutulduğu görülmektedir. Mesela; Anadolu Sol Kol üzerinde bulunan Sonisa Menzilhânesi’ne mübasir tarafından nizam verilmesi esnasında Sonisa, Taşâbad, Karayaka ve Erek ahâlilerinin birlikte ve tümüyle nezre bağlandıkları görülmektedir.
1839 yılından sonra öncelikle İstanbul-Edirne ve İstanbul-İzmir arasında, sonra da diğer vilâyetlerle İstanbul arasında posta teşkilatı kurulmaya başlanmış, böylelikle Sonisa menzili de dahil olmak üzere menzil usulü tarihe karışmıştır.

YÖNTEM VE TEKNİKLER

Öncelikle kaynak araştırması ile bölgemizde İpek Yolu’nun geçtiği bölgeyi tespit ettik. Yaptığımız bu çalışmayla sol kolda yer alan İpek Yolu’nun Merzifon-Ladik’ten geçerek Taşova-Sonisa- Niksar istikametinde devam ettiğini ve oradan Erzincan-Erzurum yoluyla Tebriz’e kadar uzandığını öğrendik. Bu sebeple bölgemizde yer alan bölmünü incelemeye karar verdik. Mevki olarak ta Taşova’dan Talazan Köprüsü’ne kadar uzanan bölgeyi seçtik. Taşova’dan hareket ederek hem tarihi mekanları, tarihi yapıları fotoğrafladık, hem de tarihi mekanlar, yapılar arasındaki mesafeleri tespit ettik. Ayrıca bu bölgede tarihi bir tur alanı, gerek öğrenciler gerekse sivil vatandaşlar için oluşturabilirmiyiz diye baktık. Bu bölge bütün halde ya da iki bölge halinde tarihî tur alanı olabileceğine karar verdik. Birinci tur alanı olarak Taşaova’dan Karayaka’ya kadar uzanan alan, ikincisi de Karayaka’dan Talazan’a kadar uzanan alan.
Taşabat’tan (Taşova)-Talazan’a kadar yaklaşık 68 kilometrelik mesafede çok sayıda tarihi yerleşim yeri ve tarihi yapıya rastgeldik. Erbaa’ya en yakın terleşim yeri olan Ziğdi’den Taşabat (Taşova) arası 35,7 km, yine Ziğdi’den Talazan arası 33 olduğunu tespit ettik. Daha sonra bu yerleşim yerleri ve yapılar hakkında kaynak araştırması yaptık. Bu bilgileri bir araya getirdik. Gerek bölgenin tanınması, gerekse bu yapıların bulunduğu bölgelere tanıtıcı levhaların konulmasının önemli olduğunu düşündük. Facebookta bölgenin tanıtılması ve bilhassa katalog çalışması yapılmamış, çevrede ve ülkemizde pek tanınmayan Alpaslan Müzesini tanıtıcı bir grup kurduk.


SONUÇLAR VE TARTIŞMA

Yaptığımız alan çalışmasında bölgedeki İpek Yolu üzerinde Taşabat (Taşova), Zuday (Alpaslan), Sonisa (Uluköy), Eupatorya (Boğazkesen-Kale), Ziğdi (Karayaka), Hayati (Doğanyurt), Geleğin (Çamdibi), Manasküfe (Pınarbeyli) gibi yerleşim yerleri, tarihi yapılar olarak Seyid Nureddin Alpaslan Zaviyesi ve İmareti, Sonisa Sinan Paşa Hamamı, Kurşunlu Camii (Kapu Ağası Hüseyin Ağa Camii) kitabesi, Kapu Ağası Hüseyin Ağa Medresesi kalıntıları, Kale Köyü yakınlarında Hıdırlık Köprüsü ayakları, Boğazkesen Kalesi, Pınarbeyli’de Yerköprü, Çamdibi’nde Kilise Suyu ve Talazan Köprüsü’nü tespit ettik.

1-Taşabat (Taşova)
Kaynaklara göre;16.yy. Erbaa topraklarında nahiye hüviyetinde sadece Sonisa,Taşabat ve Frenkhisar en büyük yerleşim biri olarak görülmektedir.Tarihi Taşabat, Sonisa, ve Karayaka ile birlikte Yeşilırmak havzasında dördüncü büyük yerleşim yeri olarak yerini almıştır.
Taşabat, Sonisa, Erek ve Karayaka’nın Kaza-i Erbaa olarak bir ilçe gibi işleme tabi tutulduğu görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, Taşabat, Sonisa , Erek ve Karayaka’nın dördü birden Nevahi-i Erbaa yani (dört nahiye) olarak resmi kayıtlarda geçmektedir.
1620’lerden Tanzimat’ın ilk yıllarına kadar Sivas Sancağı’nın kaza sayısı 22’dir. Taşabat’ın Irak, Sonisa ve Karayaka birlikte Erbaa kazasını meydana getirdiğini görüyoruz.
1944’te ilçe olan Taşova, 1952 yılında Amasya’ya bağlanmıştır.

2-Zuday (Alparslan)


Alpaslan (Zuday) Köyü

Osmanlı Devleti zamanında Zuday denen Alpaslan, ismini 1200 tarihinde yöreye gelerek yerleşen Selçuklu Türklerinden Şeyh Seyyid Nureddin Alpaslan´dan almıştır. Bu yöreye Seyyid Nurettin Alpaslan´dan önceki yıllarda Pontus Devleti ve ardından Romalılar yerleşmiş ve M.S. 1200 yıllarına kadar da Bizanslılar yöreye hakim olmuştur. Bunlar, bulunan arkeolojik eserlerin incelenmesi sonucu anlaşılmıştır. Yörede Bizanslılar´ın yaşadığını gösteren kilise duvarları, bunun en iyi kanıtıdır. Pontus Devleti ve Romalılar´ın yaşadığını da bulunan paralardan ve mezarlardan çıkan gözyaşı şişelerinden anlıyoruz.
M.S. 1200 yıllarında yöreye Selçuklu Oğuz Türk Boyları´ndan Çavundur´a bağlı sonraları tarihte Taceddinoğulları Beyliği´ni kuran ve Şeyh Seyyid Nureddin Alpaslan´ın torunu Taceddin Doğan Şah yerleşmiştir. Alpaslan´ın ya da başka bir isimle "Zuday" ın etrafında pek çok yerleşim yeri bulunmaktadır.
1840 tarihinde Sonisa Nahiyesi’nde en fazla haneye sahip olan yerleşim yeri,137 hane ile Zuday Köyü’dür. En önemli ekonomik faaliyeti tarımdır. En fazla bağa sahip köyler 92 dönümle Zuday, 60 dönümle Eksal ve 34 dönümle Boraboy’dur. Toplam toprakların 421 dönümlük bölümü bahçe olarak kullanilmaktadır. En fazla bağı bulunan Zuday, sahip oldugu 123 dönüm bahçeyle bir kez daha birinci sırada yer almaktadir. Bugday ekiminin en fazla olduğu köyler Sunisa Nahiyesi’nde 275 kileyle Zuday’dır. Sunisa Nahiyesi’nde Zuday, buğday ekiminde olduğu gibi, arpa ekiminde de 190 kileyle ilk sıradadır. Karıklı ekiminin en fazla olduğu köyler sırasıyla; 50 kileyle Çanlıyar, 47,5 kileyle Zuday ve 35 kileyle Bayramalanı (Seyhlü)’ dir. Çavdar ekiminde de Zuday 48,5 kileyle ilk sırada yer alır. Yulaf ekiminde Eksal (16 kile), Zuday (13 kile) ve Karkın (10 kile) köyleri ilk üç sıradadır. Fiğ, Çanlıyar Köyü’nde 16 kile; Destek ve Zuday köylerinde 11 kile ve Boraboy Köyü’nde de 10,5 kile ekilmektedir. Burçak ekiminde Zuday 14,5 kile ile ilk sıradadır. Sunisa Nahiyesi’ne bağlı ve en fazla koşum hayvanının bulunduğu ilk beş köy sırasıyla; 265 baş ile Haddadi, 231 baş ile Zuday, 187 baş ile Bayramalanı (Seyhlü), 134 baş ile Boraboy ve 114 baş ile Seyidli’dir. Sunisa Nahiyesi’nde diğer büyükbaş hayvanların yerleşim birimlerine göre dağılımı itibariyla en fazla olduğu ilk beş köy sırasıyla; Haddadi (688 baş), Zuday (608 baş), Bayramalanı (Seyhlü) (518 baş), Seyidli (408 baş) ve Türkmendamı (Tavsanlı) (386 baş)’dır. Sunisa Nahiyesi’nde arı kovanı sayısı 1.006 adettir. Nahiye merkezinde 126 adet arı kovanı bulunmaktadir. En fazla arı kovanına 186 adetle Haddadi Köyü sahiptir. Zuday’da 181, Boraboy’da 87, Durucasu’da 61 ve Seyidli’de 55 adet arı kovanı mevcuttur. Dönüm başına en az koşum hayvanına sahip köy ise, 0,04 çiftle Zuday’dir. Sunisa Nahiyesi’nde en fazla toprağa sahip olan yerlesim birimi 2.743 dönümle Zuday’dir. Bu köyde toplam 137 haneden sadece 5’i topraksızdır. Sonisa’daki diğer yerleşim birimlerinde olduğu gibi Zuday’da da toprakların çoğu 1-25 dönüm aralığında bulunmaktadır.
a-Alparslan Müzesi

Alparslan Müzesi’nde Tunç Devri’nden Cumhuriyet Devri’ne kadar yüzlerce eser yer almaktadır. Hatta fosiller bile sergilenmektedir. Maalesef müze çevre de pek bilinmiyor. Çıkan eserlerin, 2000 yıl öncesine ait Roma eserleri ve daha öncesine ait eserler olduğu, Amasya Müzesi arkeoloji uzmanlarınca tescil edilmiştir.
Alpaslan Belediye Müzesi bahçesinde Kurtuluş Savaşı´na katılan kişilerin isimleri sergilenmektedir 1914 yılında seferberlik (Umum Harp) ilan edilince bir günde 300 askerin uğurlandığını bilenler o zamanki manzarayı acıklı acıklı anlatırlar. Bir evden 3 - 4 kardeşin, baba ile oğulun birlikte asker olduğunu bilenler hayattadır. Bir kışlada baba ile oğul askerlik yapıp birbirlerini göremedikleri söylentisi hala halkın dilindedir. 1914 yılında bir günde yolcu edilen 300 askerden 1918´de ancak 20´si geri dönebilmiştir.


Alpaslan Müzesi

Müze Bahçesinde Yer Alan Birinci Dünya Savaşı’nda Şehit Olmuş Askerlerin Künyeleri

Tarih Öncesi Dönem Eserleri

Pontus, Roma ve Bizans Dönemi

Türk-Türk-İslam Devletleri ve Osmanlı Dönemi

Seyyid Nureddin Vakfiyesi

Seyyid Nureddin Alpaslan Zaviyesi kapısı

Seyyid Nureddin Alpaslan Zaviyesi kapısı

Seyyid Nureddin Kümbeti Planı

b-Şeyh Nureddin Alparslan Zaviyesi ve İmareti

Zuday´ın kuzeydoğusunda, şehitlerin kumandanı Şeyh Seyyid Nureddin Alpaslan´ın türbesi bulunmaktadır. M.S. 1200 yıllarında yöreye Selçuklu Oğuz Türk Boyları´ndan Çavundur´a bağlı sonraları tarihte Taceddinoğulları Beyliği´ni kuran ve Şeyh Seyyid Nureddin Alpaslan´ın torunu Taceddin Doğan Şah yerleşmiştir.
1257 tarihinde, bugünkü Amasya ili Taşova-ilçesi, Alparslan beldesinde, eski ismi ile Zedvi Köyü'nde, Efendiler Efendisi, Kemâliyeli, ihtiyar, Rufâî tarikatına mensup, Ebubekir oğlu, Mehmed oğlu, Sarı Muiddin oğlu, Seyyid Nureddin Alparslan bir zaviye yaptırarak, zaviyenin yaşaması için de H. 655 yılının Ramazan Ayı ortalarında, yani Eylül 1257 tarihinde büyük bir vakıf tesis etmiştir. Seyyid Nuıeddin Alparslan er-Rufâî'nin vakfiyesi ile Silsile-nâmesi, devrin ilim dili olan Arapça olarak kaleme alınmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivinde kayıtlı 301 nolu defterin 330 sahifesinde "Nezaret-i Evkaf-ı Hümayun-ı mülükhaneye mülhak eukâfdan Sonisa kazasına tabi Zuday karyesinde vaki merhum Seyyid Nureddin Tekiyesi ve İmareti ve Zaviyesi vakfından olmak üzere vazife-i muayyene ile nısf hisse aşçılık ciheti evladı vâkıfdan Esseyyid Mustafa ve Esseyyid Yakub Halife İbney Ömer'in bervechi iştira üzerlerinde iki merkumandan esseyyid Mustafa bilaveled fevt olub yeri hali ve hizmeti laziması muattal olmağla karındaşı ve müşteriki erbab-ı istihkâkdan Yakup Efendi'nin uhdesinde olan hissesine ilhâkan tevcih ve yedine beratı âlişân ... buyrulmak ricasına Sonisa maa mülhakatı Naibi esseyyid Mehmed Raşit Efendi arz ve Sivas Sancağı Evkaf Müdüri Rifat Efendi inha ve bervechi muharrer nısf hisse aşçı ciheti mutasarrıfları esseyyid Mustafa ve esseyyid Yakup İbney Ömer Efendilerden merkum esseyyid Mustafa Efendinin bilaveled vefatı vuku ile hissesi mahlulünden karındaşı ve müşteriki mumaileyh Yakup Efendi'nin hissesine ilhâkan bittevcih şurutu derci ile berâtı itâ olunmak babında Evkafı Hümâyûn Nazırı devletlü esseyyid elhac Mehmed Hasib Paşa hazretleri telhis etmeleri ile her mucebi telhis bittevcih beratı itâ olunmak babında fi 23 Şaban 1272 (22 Nisan 1856) ve mukabelesinde" kaydı bulunmaktadır.
İbn-i Batuta, Sûnusâ (Sonisa) adlı bir beldeye uğradığı ve burada bir Rifâî dergahının tekkesinde kaldığını ifade etmektedir. Bu tekke Seyyid Nureddin tekkesidir. Maalesef bu tekkeden sandukalar ve tekkenin kalıntıları kalmıştır. Tekke içerinde yer alan caminin kapısı müzede sergilenmektedir. Bu tekkenin vakfiyesi de müze de sergilenmektedir. Arapça vakfiyenin tarihi 1257’dir. Bazı tarihçilerce Anadolu’daki ilk Rufai şeyhlerinden kabul edilmektedir.

3-Sonisa


Sonisa Kasabası

Tarihi kayıtlar bölgede , M.Ö. 3000 yıllarından başlayarak çok sayıda devlet ve beyliğin hakimiyet kurduğunu göstermektedir. Çeşitli kaynaklara dayanarak bu devlet ve beylikleri şu şekilde sıralamak mümkündür.
1.Hattuş Krallığı (Kuşşara Krallığı) 2. Hitit İmparatorluğu 3.Frig Uygarlığı 4. Med Devleti 5.Pers İmparatorluğu 6.Makedonya Krallığı 7. Pontus Krallığı 8. Roma İmparatorluğu 9. Bizans İmparatorluğu 10. Danişment Devleti 11. Anadolu Selçuklu Devleti 12. Moğol İmparatorluğu 13. İlhanlı Devleti 14. Osmanlı İmparatorluğu 15.Türkiye Cumhuriyeti Devlet.
Sonisa’nın önemli bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkması Pontus dönemidir. Pontus kralı Mithridat Opator, Amasya’da tahta çıktıktan sonra şehrin doğu tarafını koruyabilmek ve Yeşilırmak havzasına hakim olmak amacıyla Tozanlı ile Kelkit ırmağının birleştiği yerde (Boğazkesen ve Kale Boğazı’nda) bir kale ve önünde bir kent inşa ederek buraya kendi adına izafeten Eupatorya adını vermiştir. Fakat sonraları Roma kumandanlarından meşhur Pompey (Pompeis) , Opatorya kentini bitmemiş bulunduğundan daha fazla arazi ilave ederek nüfusunu çoğaltmış ve kentin adını Mağnopolis olarak değiştirmiştir. Şimdi olmayan bu kent, kayıtlara göre düzlüğün ortasında bulunmaktaydı.
Aynı zamanda Erbaa topraklarında Pontus döneminde, Opatorya kentinden başka tarihi Suna(Sonisa) kenti de bulunmaktadır. Pontus Krallığı döneminde önemli yerleşim birimi olan Sonisa, Romalılar döneminde de Pont vilayetinin en seçkin kentlerinden biri olmuştur.

Romalılar Anadolu’yu 24 eyalete ayırmışlardı. Bu taksimatta Pontus memeleketi Pont vilayeti adını almıştır. Erbaa toprakları bu bölgelerden Pont Polemonyak; sahilde Terme, Ünye ile birlikte iç bölgelerde Sivas, Zile, Neocesara (Niksar) ve Megalapolis (Boğazkesen denilen yerdeki kent) topraklarını kapsamaktaydı. Pontus krallığı döneminde önemli bir yerleşim birimi olan Sonusa, Megalapolis,Ameria ve Caberia (Niksar) Romalılar döneminde de Pont vilayetinin en seçkin kentlerinden olmuştur.

Anadolu,1071 yılındaki Malazgirt savaşı takip eden 8-10 yıl için de baştan başa açılmıştı. Aslında Müslüman Türkler 1071’den önce Anadolu’ya girmiş bulunuyorlardı.1054’de Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey bizzat Anadolu’ya girerek Bayburt’u aldı. Büyük Türk Kumandanı Afşin Bey birkaç kez Anadolu’yu baştan başa geçirerek alt üst etti.Bir ara 1068’de Niksar’ı fethetti.Tuğrul Bey Süleyman Şah’ın babası Kutalmış Beyi Bizans’a karşı Türklerin başında kumandan olarak getirdi.Türklerin Anadolu’yu alması ile bölgeye akın akın Türk nüfusu göç etmiş.Türk nüfusunu üçte biri birkaç asır içinde bölgeye yerleşmiştir.
Anadolu’nun 1071 Malazgirt zaferi ile Müslüman Türklere açılmasından sonra Bizans imparatorunun barış şartlarını yerine getirmemesi üzerine Alparslan, Daniment Gazi’yi, Sivas, Tokat,Niksar ve Amasya gibi şehirlerin fethiyle görevlendirdi. Danişment Gazi buraları fethetti. Melik Danişment Gazi, Artuhi ve Efrumiyye adlı komutanlara on bir er vererek Cabussiye (Sonusa) ve Hayruriyye (Boğazkesen) ilini fethetmelerini söyledi.
Bölge olarak bilhassa Amasya ve Niksar’ın Danişmentliler taraflarından fethiyle birlikte Horasan ve Harezm tarafından Türkmen ve Türk ulusları akın akın gelip bölgenin her tarafına iskan oldular.
Danişment Bey, Anadolu’nun fethine katılan ve Türkiye’nin kurulmasında rol oynayan kumandanlardan birisidir. Anadolu’nun Türkleşmesinde çok önemli görevler yapmıştır.11. yy. sonlarında Anadolu’daki Bizans, Haçlı ve Hıristiyan krallılıkları ve İslam çatışmalarının alevleri arasında,ülkesinde dirlik ve düzeni Türk geleneklerine bağlı olarak sağlamaya çalışmıştır. Ermeni tarihçi Mathieu ‘’Hristiyanlara karşı merhamet ve lütuf sahibi idi’’ derken, Malatyalı Süryani Mihael, Danişmentler zamanında şehrin çok iyilik ve bolluk gördüğünü yazmaktadır. Danişment gazi Anadolu’nun İslamlaşmasında bizzat kendisi irşad faaliyetlerinde rol oynamıştır.Bu irşad faaliyetleri esnasında bölgedeki İslam dışı Türklerden bir kısmı İslam’la şereflenmişlerdir. Meşhur çete reislerinden Tokatlı Boris, Sonisalı Ulgas ve Amasyalı Serkeş beyler Müslüman olmuşlardır.Danişment Gazi bu kişileri isimlerini değiştirmek suretiyle ordusuna kumandan tayin etmiştir.
Bazı tarih kitaplarında Vilayet-i Huniye (Hun Vilayeti) olarak geçen eski Sivas vilayetine dahil Amasya,Tokat, Niksar ve Erbaa yörelerinde bulunan köylerin, obaların adları incelenecek olursa bir çoğunun bu zamanlarda ve daha sonra gelip yerleşen birer oymağın, obanın adlarıyla anıldığı görülür. Sonisa Yörükleri adıyla anılan Türk boylarının da bu bölgeye bu dönemde yerleşmiş olmaları muhtemeldir.
1333’te Lazkiye’den Anadolu’ya gelen İbn-i Batuta, Amasya üzerinden Sonisa’ya uğramış ve burada bulunan Rıfai dergahının tekkesinde kalmıştır.
Sonisa ve çevresi Osmanlıların eline geçmeden önce Taceddinoğulları Beyliği’nin idaresi altındadır.Bu beylik,Niksar ve Sonisa merkez olmak üzere Çarşamba ve Terme dolaylarında beyliğe adını veren Taceddin Bey’in babası Doğahşah tarafından kurulmuştur. Beyliğin kurucuları Sonisa’ya 5 km uzaklıktaki Zuday köyünde bulunan Taceddin Rifai’nin torunlarıdır.
a- Osmanlılar Zamanında Sonisa

Osmanlı Devleti zamanında Sonisa ile ilgili tarihi kaynaklardaki ilk bilgilere Yıldırım Bayezit döneminde rastlıyoruz.1392’de Yıldırım Bayezid Han Sivas’a girerek Kadı Burhaneddin’in saltanatına son verdi. Kadı Burhaneddin’in devlet erkanı bütün maiyetiyle birlikte Osmanlı Devleti hizmetine girmiştir. Sultan Bayezid oğlu Süleyman Çelebi’yi bu bölgeye tayin etti. Devletin o dönemde dağılma süreci geçirmesi üzerine Çelebi Mehmet’in devleti yeniden derleyip toparlamasından sonra Çorum bölgesi Eyalet-i Rum’daki yerini almıştır. Rum beylerbeyliği merkezinin zaman zaman Amasya ve zaman zaman da Tokat olduğu görülmektedir. TT 387 nolu muhasebe icmal defterinde Eyalet-i Rum’a bağlı livalar; Amasya, Çorum, Tokat ve Sivas, Sonisa ve Niksar, Karahisar-ı Hasandıras, Canik, Trabzon, Kemah, Bayburt, Malatya, Gerger ve Divriği olarak geçmektedir.
1392 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlı topraklarına katılan Erbaa bölgesi, 1402’den sonra Canik’ten hareketle Niksar üzerine yürüyen Kubadoğlu’nun hücumuna uğradı.15.yüzyılın ortalarına kadar Osmanlılarla doğu Anadolu’da kurulan Türk devletleri arasındaki sınır üzerinde bulunan Erbaa, 1473 Otlukbeli Savaşı’ndan sonra kesinlikle Osmanlı topraklarına katılmış oldu. Osmanlı döneminde Amasya ile Niksar arasındaki Erbaa topraklarında en önemli iskan yerleri; Tasabat(Taşova), Fenkhisar, Sonisa, Ziğdi (Karayaka), Erek, Bidevi (Esençay) ve Eksel (Koçak)’dan ibaretti. Sonisa , Bidevi ve Eksel diğerlerine göre daha büyüktü.
Kaynaklara göre 16.yüzyılda bölgede nahiye hüviyetinde sadece Sonusa,Taşabat ve Frenkhisar (Sokutaş) en büyük yerleşim birimi olarak görülmektedir. Osmanlı tahrir defterlerinde 16. Yüzyılda Sonusa (Uluköy) nahiyesine birçok köyün bağlı bulunduğu yazılıdır. Bu köyler, Akça (Fidi), Alinek,Ballıbağ (Holay), Çalkara, Çeşmeli (Tazı), Çevresu(Revak), Değirmenli, Demirtaş (İskilip), Evyaba, Evciler (Ezanüs), Gökbel (Çermik), Hacı Pazar, Küçük Hacı Pazarı,Karaağaç,Karayaka (Ziğdi),Keçeci (Keçeleri), Kızılçubuk,Salkımören (Hosan), Tosunlar (Ahur), Üzümlü (Ferenge) dir.


1455-1574 Yılları Yerleşim yerleri sayıları
Kaynak: İsmail Kıvrım Taşova-Erbaa, Yerleşme,Nüfus, Ekonomi, 15.16.yüzyıl, s.59

Sonisa kaza merkezinin önemi Tebriz’den Bursa’ya giden tarihi İpek Yolu üzerinde olmasıdır. Bu yol biri kuzeyden Kastamonu-Bolu,diğeri güneyden Çorum-Ankara üzerinden iki istikamet takip ettikten sonra Amasya-Tokat-Erzincan-Erzurum ve Aras vadisi üzerinden Tebriz’e ulaşıyordu. Nitekim bu yol 17 ve18.yy’da da önemini korumuş olduğunu Sonisa menzilinden de öğrenmekteyiz. Bu yol Amasya’dan sonra Erbaa yakınlarında sonra ikiye ayrılıyordu. Kelkit Çayı’nın kuzeyini takiben geçen tarihi ‘’Ulu Yol’’,diğeri Amasya, Çengellibel, Kanlıpınar Eksel ve Niksar yolu idi. Ulu Yol, genellikle sultanların, orduların yolu idi. Amasya Osmanlı padişahlarının yetiştiği ,şehzadeler kenti olduğundan Osmanlı Sultanları bu bölgeyi çok iyi tanıyordu.
Fatih Sultan Mehmet Han,Trabzon’u alıp yön ve yönetimi düzenledikten sonra atının dizginlerini taht kenti olan İstanbul’a doğru çevirdiğinde Niksar-Boğazkesen-Sonisa yolunu seçmiş,Sonisa’ya geldiğinde Kızıl Ahmet’e Mora Sancağı’nı vermiştir. Aynı olay Aşıkpaşaoğlu tarihinde de “gelip Sonisa’ya çıktı, Kızıl Ahmed’e Rumeli’de tımar verdi” şeklindedir.
Yavuz Sultan Selim Han, Çaldıran seferi dönüşünde Kelkit vadisini takiple konak konak yol alıp o sene Ramazan bayram namazını Niksar’da kılmış ve Şevvalin altısında(24 Kasım) Boğazkesen’den geçerek Amasya kentine ulaşmıştır. 16. yüzyıl tahrir defterlerinde de Sonisa adına rastlanmaktadır. Bu dönemde Sonisa 400 ve üzeri vergi gelirine sahip yerleşim yerlerinden birisiydi.
Sonisa’da 655 H./1257 M. Tarihli vakfiyeden öğrendimize göre Beylikler Dönemi’nden beri kadı bulunmaktadır.Ayrıca Sonisa kadılığı 1520’de Rum eyaletinde 30 akçelik kadılıklar arasındadır.1455 tarihinde Sonisa Subaşısı Seydi Vakkas’tır.Ayrıca subaşı Seydi Vakkas’ın 17 nökeri (asker) bulunmakta ve birçok köyün geliri de kendisine has olarak verilmiştir.Nitekim 1455’te Sonisa’da bir merkezi camii mevcuttur.Bu camiinin 1455’te 9 görevlisi(mülazım-ı camii) varken,1520’de görevli sayısı 20’ye 1574’te 45’e çıkmıştır.1520 yılında merkez camiiden başka Hüseyin Ağa’nın yaptırdığı camiiyle cami sayısı ikiye çıkmıştır.Sonisa’da 1455’te eğitim öğretim faaliyetinde bulunan sadece Hızır Paşa Medresesi varken,1520’de Hüseyin Ağa’nın yaptırdığı medrese ile medrese sayısı ikiye çıkmıştır.1574’te de medrese sayısında bir değişme olmamıştır.Bir diğer dini ve sosyal kurum ise zaviyelerdir.Kaza merkezinde 1455’te Hızır İlyas,Şeyh Şerafeddin ve Şeyh Mihman zaviyeleri bulunmaktadır.1520’de zaviye sayısında bir değişme olmazken 1574’te ise yeni tesis edilen Abdal Kubaş Baba zaviyesi ile zaviye sayısı 4 olmuştur.Ancak Sonisa merkezinde bir kale mevcut değildir.Kaza merkezine yakın Yenişehir Kalesi vardır.Nitekim bu kale Osmanlılardan öncede mevcuttur.1455’te Yenişehir kalesi’nde 40 nefer bulunmaktadır.1520’de ise kalede bir dizdar, 13 kale eri toplam 14 nefer var iken, 1562’de bir dizdar bir kethüda ve 13 kale eri mevcuttur.
1520 tarihli defterde 6 mahalle kaydedilmiştir. Bunlar,Cami-i Hüseyin Ağa, Cedid , Hafız, Kazuran, Mescid-i Mevlana Sinan ve Sülayman Fakih’tir.1574’te ise mahalle sayısı bir artarak 7’ ye çıkmıştır.Bu dönemde yeni kurulan mahalle Mescid-i Çeşme’dir.


Kaynak: Suraıya Faroqhı, Osmanlı’da Kent ve Kentliler, s.17

Anadolu’da ve Rumeli’de yollar genel olarak sağ, orta ve sol kol olmak üzere üç ana güzergah ile buna bağlı tali yollardan meydana gelmiştir. Sol kol Merzifon’a kadar orta kolla aynı güzergahı takip ederek Sonisa üzerinden de geçerek Tebriz’e kadar ulaşırdı.
Kaynaklara göre;16.yy. Erbaa topraklarında nahiye hüviyetinde sadece Sonisa,Tasabat ve Frenkhisar en büyük yerleşim biri olarak görülmektedir.Tarihi Sonisa,Tasabat ve Karayaka ile birlikte Yeşilırmak havzasında dördüncü büyük yerleşim yeri olarak yerini almıştır.
1643 yılında yazılan deftere göre ahali tarafından yeteri kadar avarızları karşılığı beygir beslemeleri emrolunmuştu.
1620’lerden Tanzimat’ın ilk yıllarına kadar Sivas Sancağı’nın kaza sayısı 22’dir. Bu 22 kaza arasında Sonisa (Sonisa)’da vardır. 1850 yılında kaza sayısı 17’ye indirilmiştir. Bu tarihte Sonisa’nın Irak, Taşabat ve Karayaka ile birlikte Erbaa kazasını meydana getirdiğini görüyoruz. Sonisa ,Taşabat,Erek ve Karayaka’nın Kaza-i Erbaa olarak bir ilçe gibi işleme tabi tutulduğu görülmektedir.Bundan dolayıdır ki, Sonisa ,Taşabat, Erek ve Karayaka’nın dördü birden Nevahi-i Erbaa yani (dört nahiye) olarak resmi kayıtlarda geçmektedir.
Osmanlı Devleti’nin önemli teşkilatlarından birisi de ticaret yolları üzerinde kurulan menzilhanelerdi. Bu teşkilatta menzil denen konak yerlerinde ulaklar (haberciler) dinlenir, at değiştirilerdi. Menzilhanelere menzilci tayini konusunda ayan ve halk görevlendirilmişti. Menzilhanenin işlemesi, menzilci tayini, menzilhaneye at, yiyecek, sürücü, hademe temini ve bütün masrafları karşılayabilecek para, her kazanın ayan ve zabitleri tarafından halka danışılmak suretiyle sağlanırdı. Bu sebeple menzil teşkilatı ticaret yolları üzerinde yer alan Sonisa’da da oluşturulmuştur. 1839 yılından sonra öncelikle İstanbul-Edirne ve İstanbul-İzmir arasında, sonra da diğer vilâyetlerle İstanbul arasında posta teşkilatı kurulmaya başlanmış, böylelikle Sonisa menzili de dahil olmak üzere menzil usulü tarihe karışmıştır.
Sonisa kazası merkez nüfusu 1455 de 231 nefer iken 1520’de 411 nefere yükselmiş olup yıllık artış hızı % 0,89 olmuştur.1520 den son tahrir olan 1574 te 547 ye çıkmıştır.Ancak yıllık nüfus artışı % 0,52 olup bir önceki döneme göre gerilemiştir.(tablo 8).Bu nüfus düşüşünü bölgede meydana gelen siyasi, sosyal ve doğa olaylarına bakarak değerdirmek gerekir.Bu yüzyılın başında Anadolu veba salgını ve kıtlık ile karşı karşıya kalmıştır.3 yıl boyunca taun ve 6 yıl boyunca da kıtlık hüküm sürmüştür.16.yüzyılın başların da meydana gelen bir diğer doğa olayı ise 14 Eylül 1509 tarinde meydana gelen “küçük kıyamet” diye adlandırılan ve 45 gün süren depremdir.İstanbul’da büyük tahribat yapan deprem, ayını zamanda Memalik-i Rum denilen Amasya, Tokat,Sivas ve Çorum ve Sonisa çevresinde de tahribata ve nüfus zayiatına neden olmuştur.Bu depremden başka bu bölgede 1543 , 1579 ve 1590 yıllarında da depremler meydana gelmiştir.1520 yılında gayrimüslim nüfusta bir düşüş olup gayrimüslimler kırsal nüfusun %3,4 ünü (171) meydana getirmektedir.Bu tarihte Aroy, Ayanikli, Evyaba , Keligizi Zahte ve Ziğdi’de gayrimüslim nüfus varlığını devam ettirmektedir.
Celali isyanlarının çıktığı dönemde Rum (Sivas) beylerbeyine yollanan fermanlardan da suhtelerin 1568 ilkbaharı ile birlikte yer yer toplantılara başladıkları belirtilmektedir.Bunun üzerine adı geçen Rum (Sivas) berlerbeyi Tokat ve Sonusa’ya iki yüz kişilik bir kuvvetle kethüdasını (yardımcısını) yollayıp birçoklarını tutuklattırmıştır.
Sonisa kaza merkezi, büyük ölçüde kırsal kesimdeki nüfus artışının sonucunda 16.yy Anadolu’sunda görülen kentsel gelişmeden nasibini alamadığını çıkarmamız mümkündür.Sonisa kasabası 3. Derecede kent yerleşimi olarak kalmıştır.Bölgedeki zirai faaliyetten elden edilen gelirlerin daha ziyade Amasya, Tokat, Niksar ve Kudüs gibi yerlerde kurulmuş vakıflara tahsis edilmesi bunda rol oynamış olmalıdır.Nitekim Amasya gibi başlangıçtan beri idari ve ilmi bakımlardan önde gelen bir merkezin gölgesinde kalmıştır.Sonisa kazası ipek yolu üzerinde olduğundan bazı köylere derbendci görevi verilmiştir.Örneğin Sepetlü köyü halkı yol üzerinde bir kargir bina inşa etmiş ve gelen giden (ayende ve revende) yolcuları bu binada misafir etmektedirler.Günisi köyü halkı Kelkit ve Yeşilırmak nehirlerinin birleştiği yerdeki Boğazkesen mahaldeki köprü üzerindeki çerağın tamir ve bakım için görevlendirilmiştir.Andıran köyü halkı ise Boğazkesen mevkiindeki köprünün tamir ve bakımı ve ayrıca bu köprüden Sonisa’ya varıncaya kadar olan ırmağın bakımını üstlenmişlerdir.Köylerin bir kısmı sultan tarafından mülk veya vakıf olarak verildiklerinde diğerlerinden ayrılmaktadır.Kümnarı, Tonbak, Sepetlü köyü II.Bayezid’in kapu ağası Hüseyin Ağa’ya, Mülk köyü Mehmet Paşa b.Hızır Paşa’ya Tekelöz’e Abdullah Paşa’ya ve Haddadi’de Rum eyaleti beylerbeyi olan Yakub Paşa’ya mülk olarak ve Zuday da vakıf olarak Seyyid Nureddin Zaviyesi’ne verilmiştir.Örneğin Zuday , Seyyid Nureddin Zaviyesi,Revak ,Seyyid İbrahim Zaviyesi ve İncük , Şeyh Vakkas Zaviyesi etrafında kurulmuştur.
Evliya Çelebi Eksel yolundan iki, Ulu Yol’dan üç defa geçmiştir. Evliya Çelebi bu yolu ikinci defa 1066/1656’da Van’daki Melek Ahmet Paşa’ya giderken de kullanmıştır. 1057/1643’deki Erzurum yolculuğundan dönerken Niksar-Boğazkesen-Sonisa yoluyla gitmiş, Sonisa hakkında Eksel’e benzer bilgiler vermiştir. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde batıdan Sonisa’ya (Suntasa diye geçiyor) geldiğini ve Sonisa’nın Sivas toprağında, Niksar sınırında üç yüz evli camili, hamamlı, mescidli, bağlı, bahçeli, mamur küçük bir kasaba olduğundan bahsetmiştir. Bu yolun 17.18.yüzyıla kadar önemini koruduğunu Sonisa menzilinden öğreniyoruz.
1711 yılında Sonisa’yı da içine alan bölgede güvenlik problemlerinin çıktığı ve Evyaba köyünden Mahmut Ağa oğlu Deli Ahmet adında birinin eşkiyalık yaptığını görüyoruz.
Hicri 1191, Miladi 1777 yılında mahsul çok az olduğundan kıtlık başlamış ve mahsulü pek az olan Erek, Taşova, Karayaka ve Sonisa kazalarının ahalisi yerlerini terk ederek Canik, Amasya ve Niksar taraflarına yerleşmişlerdir. Her zaman olduğu gibi bu gibi yer değiştirmeler yurt sahiplerini zarara soktuğundan Amasya Sancağı Mutasarrıfı Elhaç Ali Paşa, böyle kimselerin eski yerlerine yerleşmelerini istemiştir.
1848 tarihli belgede de, Sivas’a bağlı Irak,Taşabat,Sonisa ve Karayaka kazalarının,Kaza-i Erbaa adıyla birleştirilerek bir müdürlük tahsis edildiğini ve bu görevede Tokatlı Ali Ağa’nın tayin edildiği belirtilmektedir. 1872 yılında Sivas Vilayetinin Amasya Sancağına bağlı Nevahi-i Erbaa kazasının bir nahiyesi olan Sonisa, 1892 yılında Erbaa’nın Tokat’a bağlanması ile oraya bağlanmıştır.

Ekonomik Faaliyetler

Sonisa kazasının büyük bir kısmı ovadan(Erbaa-Taşova)meydana gelmektedir.Bu ovanın yükseltisinin az olması ve su bakımından zengin olması nedeniyle ürün çeşitliliği oldukça fazladır.Tımar sistemi bünyesinde hazırlanan tahrir kayıtları , sadece vergiye esas nüfusu vermekle kalmaz, vergi alınan ürünleri ve ne kadar vergi tahsil edildiğini de gösterir.Ancak bu rakamların daima gerçek üretim kapasitesini ifade ettiği düşünülmemelidir.Bunlar vergiye dayanak oluşturacak ana baremleri belirleyen rakamlar olmalıdır.Yine defterlerde yer alan bilgiler ürün çeşitini belirlemek, kabaca üretim miktarını tespit etmek , yanında ,bunun nüfus ile mukayesesine imkan sağlayacak özelliktedir.Sonisa kazasında zirai üretimin temelini hububat oluşturmaktadır.Bilhassa buğday ve arpanın , istisnasız her köyde yetiştirildiği görülmektedir.Nitekim kazanın tarım gelirlerinin büyük kısmı da hububattan sağlanmıştır.Sonisa kazası kırsal kesiminde 1455’ te hububat üretimi , toplam zirai ürün öşrünün %55,91’ini oluşturmaktadır. Osmanlı Devleti’nin son döneminde de bu özelliğini devam ettirdiğini H. 1256/M. 1840 tarihli servet sayımından elde edilen verilerdende anlıyoruz.
Sonisa’daki bazı zaviyeler ihtiyaçları olan pirinçleri kendi vakıf yerlerinde ziraat yapmakta ve gerekli suyu da miri arktan temin etmektedirler.Örneğin , Revak köyünde Seyyid İbrahim Zaviyesi, zaviyede tüketilmek için kadimik yerlerinde 1 müd çeltik ekmekte ve miri arktan sulama yapmaktadır.
Nitekim Sonisa’da çeltik eminleri çeltükçü statüsünde olmayan köylere, zorla çeltik arkları açtırmışlardır.Çeltik arkı açmaya gelmeyenlerden ise 3 günlük ırgadiye olarak 12 akçe almışlardır.Mağdur olan köylüler durumu 1574’teki tahrir heyetine şikayet ederek ve bu uygulamanın yasak olduğunu belirten bir emr-i şerif ibraz etmişlerdir.
Dokuma sanayisinin en önemli hammeddelerinden biri olan ve sıcak iklimde yetişen pamuk (penbe),15 ve 16. Yüzyıllar boyunca Sonisa kazasında da yetiştirilmektedir.Nitekim bu dönemde nahiyelerden birisinin ismi de Pamuközü’dür.

1455-1574 yılları arasında pamuk üretimi ve vergi miktarı
Kaynak: İsmail Kıvrım Taşova-Erbaa, Yerleşme,Nüfus, Ekonomi, 15.16.yüzyıl, s.137

Tahrir defterlerinde kaza kırsalında yetişin bahçe ürünleri olarak bostan , şir(sarımsak), piyaz(soğan) ve bahçeyle birlikte “bahçe ürünleri” başlığı altında toplanmıştır.
Baklagillere 15.yüzyıl ve 16.yüzyıl başlarına ait defterlerde pek sık rastlanmazken , son defterde bazı köylerde yetiştirildiği görülmektedir.TD 12 numaralı defterde mercimek , nohud ve bakla bazen ayrı ayrı bazende birlikte yazılmıştır.Bakla , nohud ve mercimeğin bu dönemde bir kilesinin tahrir kıymeti 6 akçe olup, 250 kile üretilmiş ve 1500 akçe öşür alınmıştır.
Ancak ceviz,’’öşr-i girdekan’’,’’öşr-i ceviz’’ olarak müstakil kaydedilmiştir. Nitekim ceviz,1455 te bağ ve meyvecilik üretiminin %31’ini , 1520’ de %16’sını ve 1574 te ise %14,5 ini oluşturmaktadır.
Kazada 16.yy başından itibaren meyve olarak kabul edebileceğimiz mahlep(endozir) yetiştirilmektedir.Mahlep,İdris ağacı veya yaban kirazı olarak da bilinen ağacın olgun meyvelerinin çekirdeklerinden elde edilir.Kokusu güzel olan mahlep gıda ve sağlıkta kullanılmaktadır.Nitekim 1520 de sadece Kehlari köyünde üretimi yapılmaktadır.1574 te ise 13 köyde mahlep yetiştirilmekte ve 1012 akçe öşür alınmaktadır.
Dokumacılıkta ve tersanelerde gemi yapımında kullanılmak için ihtiyaç duyulan halatın ham maddesi olan kendir ve keten üretimi de Sonisa kazası kırsalında yapılmaktadır.
Tahrir defterlerinden Sonisa kazasında hayvancılık hakkında bilgiler edinmekteyiz. Bunlar küçükbaş hayvancılık , arıcılık ve ipek böcekciliğidir.
Kaza genelinde özellikle koyun yetişriciliğinin öne çıktığı defterlerdeki vergi(adet-i ağnam veya resm-i ganem)kayıtlarından anlaşılmaktadır.
Arıcılığın kaza genelinde 16.yy dan itibaren yapılmaya başlandığı görülmektedir. Çünkü 1455 tarihli MC 092 numaralı defterde ‘resm-i kovan’ ,’resm-i küvvare’adı altında bir vergiye rastlanmamıştır.Bu durum , bu tarihte bölgede arıcılık faaliyetinin yapılmadığını , bu tarihten sonra bal üretme işine başlandığını ortaya koymaktadır.Nitekim 1520 tarihli defterde Sonisa ve çevresinde 114 köyde arıcılık yapılmaya başlanmıştır.
Sonisa kazasında incelenen dönemde (1455-1574) ipek böceği yetiştiriciliği yapılmaktadır.Nitekim 1455 tarihli defterde ‘resm-i gügül’ adı altında bir belgeye rastlanmıştır.Bu vergi Borabay köyünde 40 akçe kaydedilmiştir. 1520 tarihli defterde ipekböceği yetiştiriciliğine rastlanmazken,1574 te ‘resm-i harir-i gügül’olarak tekrar bu belgeye rastlanmaktadır.
Dink, genellikle su veya hayvan gücüyle çalışan ve çeltiğin kabuğundan ayrılması için kulanılan değirmendir.Sonisa kazasında tahıl üretiminden sonra ikinci sırada çeltik üretimi gelmektedir.Nitekim kaza genelinde dink değirmenlerinin bulunduğu köylerde aynı zamanda çeltik ziraati de yapılmaktadır.
Sonisa da önemli miktarda pamuk ekimi yapılmakta ayrıca keten ekildiği için bölgede dokumacılıkta gelişmiştir. Ayrıca kaza genelinde koyun yetiştiriciliğinin de fazla olması da bunun bir kanıtı olabilir. 16.yüzyılda bölgede kendir üretimi yapıldığı gibi, başka bölgelere satılarak ticareti de yapılmıştır. İşlenmemiş pamuk ve pamuk ipliği üretiminin Aynı zamanda bölgede boyahanelerin bulunması dokuma alanında da faaliyet yürütüldüğünü göstermektedir.


Kaynak: Suraıya Faroqhı, Osmanlı’da Kent ve Kentliler, s.188

Sonisa kaza merkezinde 1455’te 173 kişi sanat ve hırfetle (el-muhterife) iştigal eden olarak kaydedilmiştir.Ancak bu tarihte tespit ettiğimiz meslek sayısı 19 dur.
Sonisa merkezinde dönemin küçük sanayi işletmelerinde kabul edilen bir boyahane vardır.Boyahanenin geliri ise toplam gelirin 1455 te % 9,8 ini, 1520 de %24,4ünü ve 1574 de ise 17,5 ini oluşturmuştur.Bu durum kaza merkezinde dokumacılık faaliyetlerinin olduğunu bir göstergesi olabilir. Ayrıca 1455’te kaza merkezinde 10 adet dokuyucu (cullah)esnafı bulunmaktadır.

1455-1574 yıllarına ait raiyyet rüsumları
Kaynak: İsmail Kıvrım Taşova-Erbaa, Yerleşme,Nüfus, Ekonomi, 15.16.yüzyıl, s.120
Sonisa Nahiyesi’ne bağlı nahiye merkezi,20 köy ve 2 çiftlikte toplam 754 müslüman hane bulunmaktadır.Bu hanelerin 88’i yani %11.7’si nahiye merkezinde;646’sı yani %85.7’si köylerde ve 20’si yani %2.7’si çiftliklerde bulunmaktadır.(Verilere göre hane katsayısı 5 olaeak alındığında Sonisa Nahiyesi’nin toplam nüfusu yaklaşık 3.770 kişidir.) Sonisa Nahiyesi’nde en fazla haneye sahip olan yerleşim yeri,137 hane ile Zuday Köyü’dür.Bunu 88 hane Bayramalanı (Şeyhli) ve yine 88 hane ile nahiye merkezi takip etmektedir.
Bu bölgede yetişen başlıca tahıl ürünleri buğday, arpa, yulaf, soğan, nohut, mercimek, kendir, tütün, darı, karıklı, burçak,çavdar,fiy gibi birçok ürünün yetiştiği görülmektedir.
Sonisa ve Erek nahiyelerinde bağcılık faaliyetlerinin de oldukça yoğun olduğu görülmektedir. Bölgede toplam 468 dönüm bağ bulunmaktadır. Sonisa nahiyesinde merkezinde 90 dönüm bağ olduğu görülmektedir. Bu da bize bu dönemde olduğu gibi o dönemlerde de bağcılığın önemli bir geçim kaynağı olduğunu göstermektedir.


Kaynak: Suraıya Faroqhı, Osmanlı’da Kent ve Kentliler, s.188

Sonisa’daki bir diğer ekonomik faaliyette hayvancılıktır. Gerek büyükbaş, gerekse küçükbaş hayvancılık önemli geçim kaynaklarından biridir. Sonisa Nahiyesinin merkezinde, koşum hayvanı sayısı 155, büyükbaş hayvanı sayısı 583’tür. Küçükbaş hayvan sayısı 574’tür. Arı kovanı sayısı 1006’dır.
Sonisa kazasının gelirleri,yörede üç büyük gelir sahibine tahsis edilmektedir.Bunlar mülkler,tımarlar (has,zeamet ve normal tımarlar) ve vakıflardır.
Bölgede mülkler malikâne-divani sistem çerçevesinde ele alınmaktadır. Osmanlı topraklarının bazı bölgelerinde olduğu gibi Sonisa kazasında ve bağlı olduğu Rum eyaletinde de malikâne-diva¬ni sistem uygulanmaktadır. Bu sistem, Rum ve Karaman eyaletleri, Malatya, Suriye'nin bazı kısımları ve daha az ölçüde de Doğu Anadolu'da Kemah, Bayburt gibi, OsmanlIların Türk-İslam devletlerinden fethettikleri ve bir zamanlar İlhanlılar ve Memlûkların hâkimiyetinde bulunan yerlerde görülmektedir.
Bu sistemde her bir köy ve mezradan gelen vergi gelirleri ikiye ayrılmaktadır. Divani hisse mahsulden alınan öşür ile örfi vergileri (çift, bennak caba vergiler, resm-i küvvare, resm-i ganem ve bad-ı heva), malikâne hisse ikinci bir öşür ile değirmen vergisinin ve (resm-i asiyab) yarısını almaktadır.
H.1256/ M.1840’da Erbaa adıyla maruf dört nahiyenin (Erek, Karayaka, Sonisa, Taşabat) vergisi 471.243 kuruştur.
Sonisa kazasında tespit ettiğimiz mülk sahipleri şunlardır; padişah Mehmed Çelebi'nin kızı Sitti Hatun, Veziriazam Çandarlızade İbrahim Paşa'nın hanımı İsfahan Şah117 (Hanım Hatun) ve oğlu Mahmud Çelebi gibi devletin üst düzey yöneticilerinin çocukları ve eşleri, ayrıca Yörgüç Paşa'mn kardeşi ve eski Rum Beylerbeyi olan Hızır Paşa ve oğlu Mehmed Paşa (Şehzade Ahmed'in lalası), II. Bayezid'in kapu ağası Hüseyin Ağa, Rum Beylerbeyi Yakub Paşa, Trabzon sancakbeyi Sinan Bey gibi dönemin taşra idarecileridir. Diğer mülk sahiplerinin önemli bir bölümünün ise bölgenin Osmanlı öncesi mahallî ileri gelenlerinden oldukları anlaşılıyor. Mesela, evlad-ı Cüneyd Bey (Samsun beyi) gibi. Diğer mülk sahiplerinin çoğu ya "evlad-ı fülan" veya "verese-i fülan" biçiminde kaydedildiği için bunlar da yerel eşraftan olabilir. Örneğin evlad-ı Muzaffer, evlad-ı Şeyh Haşan ve evlad- ı Seyyid İbrahim.
Bazı köyler II. Bayezid tarafından dönemin yöneticilerine mülk olarak verilmiştir. Kendi kapu ağası Hüseyin Ağa'ya Kümnari, Tonbak ve Sepetlü , Rum Beylerbeyi Yakub Paşa'ya Haddadi , Trabzon sancakbeyi Sinan Bey'e Kalıkala ve Hızır Paşa'nın oğlu Mehmed Paşa'ya Mülk köyü verilmiştir.
Bazı malikâne sahiplerinin sahip oldukları malikânenin yarısını veya tamamını sattıkları da görülmektedir. Kapu ağası Hüseyin Ağa, Cüneyd Bey'in evlatlarının sahip olduğu 11 köyün malikâne hisselerinin yarısını satın alıp, Sonisa merkezinde inşa ettiği medrese ve camiye vakfetmiştir. Şeyh Hasan'ın evlatları kendilerine ait olan İskilüb köyünün malikânesini Şahhuban Hatun bt. Mustafa Bey'e satmışlardır

Vakıflar

Sonisa'da 1455'te, 20 mahalli ve 6'sı yöre dışında olmak üzere toplam 26 vakfa 79.483 akçe gelir tahsis olunmuştur. 1520'de bölgede vakıf sayısı 37'ye yükselirken, gelirden aynlan miktar 119.962 akçedir. 1574'te vakıf sayısı 34 olup, bunun 10'unu yöre dışındaki vakıflar oluşturmaktadır. Bu tarihte vakıflara 181.405 akçe gelir sağlanmıştır.
Kaza genelinde vakıf gelirlerine baktığımızda, 1455'te en fazla gelire sahip vakıf, Hanım Hatun'un (Isfahanşah), Kudüs'teki medrese vakfıdır. Bu vakıf kaza vakıf gelirlerinin 1455'te % 27,3'ünü, 1520'de 16,3'ünü ve 1574'te ise % 16'sını almaktadır. Kaza genelinde en çok gelir sağlayan ikinci vakıf ise Zaviye-i Şeyh Nureddin vakfıdır.
Kaza genelinde cami ve mescitlerin masrafları vakıflar yoluyla karşılanmaktadır. Buna göre 1455'te Değirmenliköy'ün mescidi, Niksar Camii ve Sultan Hatun Camii vakıf gelirleri bulunmaktadır. 1520' de ise bunlara ilaveten Sonisa Camii ile yine Sonisa merkezinde Hüseyin Ağa'nın yaptırdığı caminin ve Amasya'da Ali Bey Mescidi'nin vakıf gelirleri olduğu görülür. 1574'te ise her iki dönemdeki cami ve mescitlerin vakıflarının devam ettiği görülmektedir.
Sonisa kaza merkezinde iki önemli medrese bulunmaktadır. Bunlar 1455'te Hızır Paşa medresesi ile 1520'de Kapu ağası Hüseyin Ağa medresesidir. Ayrıca kazadan Hanım Hatun'un (İsfehan Şah) Kudüs'teki, Firuz Ağa'nın Havza'daki ve Hacı İvaz Paşa'nın Kazabad'daki medrese vakıflarına gelir tahsis edilmektedir.
Sonisa kazasında malikâne-divani sistemi uygulandığı için gelirler, mülk sahipleri, tımarlar (has, zeamet, tımar) ve vakıflar arasında paylaşılmıştır. Gelirlerden en fazla payı tımarlılar alırken bunlan vakıflar ve mülk sahipleri takip etmiştir.


b- Cumhuriyet Döneminde Sonisa

Uluköy (Sonisa), 1939,1942,1943 yıllarında meydana gelen depremlerde yerle bir olmuş, çok sayıda yaralanmış ve hayatını kaybetmiştir. Bu depremlerde tarihi Kurşunlu Camii yıkılmış ve yakınında oynayan çocuklar hayatını kaybetmiştir. Yine tarihi Sinan Paşa hamamı da bu depremde ağır hasar görmüş, soyunma yerinin kubbesi çökmüştür. O yıllarda üç yüz haneli olan köyün dört ev dışında bütün evleri yerle bir olmuştur.
Cumhuriyet döneminde (1923’ten 1944’e kadar) Tokat ili Erbaa ilçesine bağlı kalan Sonisa 1944’te Taşova’nın ilçe olması ile Taşova’ya bağlanmıştır. 1952 yılında Taşova’nın Amasya’ya bağlanması ile Amasya’ya bağlanmıştır. 1964 yılında yerleşim yerlerinin isimlerinin değiştirilmesi ile Sonisa (Sonusa)‘nın adı Uluköy olarak değiştirilmiştir. 1965 yılında 2456 olan nüfusu, 2000 yılında yapılan nüfus sayımında 3320’a yükselmiş, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sisteminin uygulamaya girmesinden sonra 2010 yılı Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre nüfusu 1390’a düşmüştür. 2012 yılında çıkarılan Bazı Belediyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun (5025) ile belediyelikten çıkarılarak köy statüsüne çevrilmiştir.

c- Sonisa’da Yer Alan Tarihi Eserler

Kurşunlu (Kapu Ağası Hüseyin Ağa) Camii

Taşova Uluköy'deki en önemli ve büyük cami Kapu Ağası Hüseyin Ağa camiidir. Kurşunlu Camii de denilen bu eser 1942 depreminde tamamen yıkılmış ve ortadan kalkmıştır. Bu camiden avlu kısmına ait iki tarafta bazı duvar kalıntıları ve camiye ait parçalanmış sütunlar bulunmaktadır. Minarenin de kürsü kısmının yerden bir metre kadar yükselen bir parçası hala durmaktadır.
Kasabadaki yaşlı insanların anlattıklarına göre camiinin enine uzanan bir yapı olduğu ve üstünü altı kubbenin örttüğü ortaya çıkmaktadır. 1942 depremine kadar ayakta olan bu camii depremde yıkılmış, çevresinde oyun oynayan çocuklardan bazıları altında kalarak hayatlarını kaybetmişlerdir. Duvar kalıntılarından anlaşıldığına göre, caminin kaba taşlar ile aralarına atılmış tuğla hatıllardan yapıldığı tahmin edilmektedir.
Hüseyin Ağanın yaptırmış olduğu bu caminin kitabesi belediye tarafından muhafaza altına alınmıştır. Bu kitabede caminin II.Bayezit zamanında Kapıağası Hüseyin Ağa tarafından H.892-M.1487'de yaptırıldığı anlaşılmaktadır.


Sonisa’da Kapı Ağası Hüseyin Ağa Camiinin Kitabesi

“Kad bena haze’l bina sahibu’l-hayrat bani’l-meberrat Hüseyin Ağa ibn-i Abdi’l Muin eş-şehir bi Kapu Ağası fi’l-atabeti’l-aliyye li-Sultani’l-berreyn ve Hani’l-bahreyn İbni’s Sultan es-Sultan Bayeid bin Muhammed Han Halled Allahu Sunhanehu mülkehu ve sultanehu fi eyyami devletihi min kurazati cudihi ve ihsanihi fi tarih sene 892”
Günümüz diline çevirisi:
“Bu binayı, denizler ve karalar Hakanı Sultan oğlu Sultan Bayezid bin Muhammed Han’ın Allah mülkünü ebedi kılsın, yüce kapısında Kapu Ağası diye meşhur, hayırlı eserler sahibi Hüseyin Ağa bin Abdülmuin cömertlik ve ihsanın bir eseri olarak, Sultanın devrinde, 892 (1487) yılında yaptırdı, Allah onu mağfiretine gark etsin.”


Kapu Ağası Hüseyin Ağa Medresesi
Sonisa’da yer alan Kapu Ağası Hüseyin Ağa Medresesi hakkında yaşlıların anlattıkları dışında yukarıda resmi bulunan tarihi kalıntılar yer almaktadır.

Sinan Paşa Hamamı

Taşova-Uluköy'deki en önemli eserlerden birisi de tarihi Sinan Paşa hamamıdır. Bu tarihi hamam Afyon Sincanlı'daki imaretin kurucusu Sinan Paşa tarafından Sivas Valiliği yaptığı zamanlarda yaptırdığı muhtemel görülmektedir. Çünkü Sinan Paşanın Arapça vakfiyesinin tercümesinde Uluköy'de bir hamamı bulunduğu açıkça ifade edilmektedir.
1942 depreminde büyük ölçüde zarar görmüş olsa da sanat bakımından çok değerli ve güzel bir hamamdır. 1942 depreminde soyunma yeri, yani camekânın üstü tamamen yıkılmıştır. Hamamın dış cepheleri poligonal kara taştan ve tuğla hatıllar yardımıyla yapılmıştır. Soyunma yerinin evvelce tromplu ve sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülü olduğu, kalıntılardan anlaşılmaktadır. Kubbesi, ufak bir tromp kalıntısı ve dış kasnak istisna edilecek olursa tamamen çökmüş olan soyunma yerinin çok itinalı bir şekilde yapılmış olduğu görülmektedir. Hamamın oldukça ilgi çekici bir kapı kompozisyonu vardır. Soyunma yerinin kapısı eksen üzerinde değil, yan cephededir. Soyunma yerine, dışarıdan geçişi sağlayan kapının alınlığında tuğladan yapılmış meander motifi biçiminde bir süsleme görülmektedir. Bunun üstünde bir kitabe boşluğu varsa da içinde kitabe bulunmamaktadır. Güzel tezyin edilmiş ortadaki şadırvan ve göbeğinin işlenmiş taşları henüz durmaktadır. Soğukluk kısmında büyük bir mihrap şeklinde stalâktitli bir niş bulunmaktadır. Halvet (sıcaklık) kısmı ise dört eyvanlı ve köşeleri odalı tiptedir. Fakat bu odaların göbek taşı tarafındaki köşeleri genellikle usulden olduğu gibi pahalı yapılmamıştır. Ve sivridir.
Depremde kısmen yıkılarak büyük ölçüde zarar gören bu tarihi hamam, yakın zamana kadar şahıslarca işletilerek halkın hizmetinde kullanılmıştır. Daha sonraki yıllarda belediye tarafından vakıflara devredilmiş olup, vakıflar müdürlüğünce önceki özellikleri göz önünde bulundurularak aslına uygun şekilde 1997 yılında restore edilmiştir.


Tarihî Su Yolları

Uluköy’de tarihi eserlerin içinde en gizemli olanı tarihi su kanallarıdır. Bu tarihi su kanalları kasabanın kuzeyindeki tepelerin eteğinden başlayarak; evlerin altından, avlulardan, bahçelerden geçmek suretiyle kasabanın güneyinde bulunan hamama kadar uzanmaktadır. Bu tarihi su kanalları yirmi beş, otuz metre derinlikte olup toprağın altına tünel şeklinde kazılarak yapılmıştır. Her elli altmış metrede bir su kuyuları açılmıştır. Bu kuyuların derinliği yirmi beş, otuz metreyi bulmaktadır.

Sonisa Kitabeleri

İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın “ Kitabeler” adlı eserine almış olduğu “Sonusa Kitabeleri” adlı bölümünde Şeyh Şerafeddin Türbesi ve Ergüneş Baba türbesinde rastladığı kitabeler hakkında bilgi vermektedir. Ayrıca “Garipler Mezarlığı”nda bulunan bir mezar hakkında da bilgi vermektedir.

d- Sonisa’nın Yetiştirdiği Şahsiyetler

Uluköy’de yetişmiş çok sayıda tarihi şahsiyet vardır. Bunlardan en meşhuru Halep, Bursa, Edirne ve İstanbul kadılığı görevlerini yapan Sinaneddin Yusuf’tur. Osmanlı alimlerinden; Sonisa köyü halkından Şeyh Hüsameddin bin İlyas’ın oğludur. Babası Şeyh Hüsameddin, Halvetiye yolunun büyüklerinden olup, Amasya’da metfun olan Şeyh Habib Karamani’nin halifelerindendir.
Bunun dışında Diyarbakır Mollası Hüseyin Kara, Şeyhi (Mehmet Çelebi), Anadolu Kazaskeri Mustafa Kethüda, Halep Beylerbeyi Mahmut Paşa, Ahmedî, Selanik Mollası Mahmut, Davutpaşa Müderrisi Mehmet Çelebi, Abdülhay, Sinan Efendi, Kfe Müftüsü Dede Cöngi, Şeyh Hüsameddin Hasan Efendi, Ebu Suud Muhammed Efendi İbn-i Abdülvahid Efendi, İbn-i Kemal’in hocası Akbilek Yahşi Halife ve Sonisa beyi Seydi Vakkas gibi önemli şahsiyetleri yetiştirmiştir.

4-Kale Boğazı (Opatorya), Kale ve Hıdırlık Köprüsü

Erbaa'nın kuzeyindeki Canik Dağı eteğinde, kanyonun Erbaa Ovası’ na bakan yüzünde, Kelkit ileTozanlı Çayları’ nın birleştiği dar geçitte inşa edilmiştir. Halk tarafından ’’Karalar Kalesi" olarak da bilinir. Burası "Boğazkesen yada Kale Boğazı” namı ile meşhurdur. Bölgeyi ele geçiren Pont Kralı VI. Mithridat Opador burada bir kale, önüne de kendi adına "Opadorya-Eupatorya” adı ile bir şehir kurmuştur. Fakat bugün için Opadorya kentinden hiçbir iz yoktur. Sadece söz konusu kalenin bazı duvarları ayakta kalmayı başarabilmiştir. Ancak mevcut kalıntıların mimari özellikleri, kalenin Bizans dönemine ait olduğunu göstermektedir. Buna göre kalenin M. Mithridat’m yaptırdığı üzerine Bizans dönemimde tekrar inşa edildiği anlaşılmaktadır.
Kale taş duvar ile sağlam temeller üzerine oturtulmuş dıştan dışa 175x96 m ebatmda olup, içerisinde gözetleme kuleleri, dış ortam ile irtibatı kesmiş gizli sığmaklar ve mazgal delikleri bulunmaktadır.
Kale, tamamı kagir bir yapı olup, dış alandan bir. iç alandan altı girişlidir. İç kapılarının en büyüğü batı tarafındadır. Yaklaşık on metre boyundaki kapının üzeri tamamen kral resimleri, değişik figür ve kabartma şekilleri ile işlenmiştir. Demirden yapılmış olan kapının seksen yıl öncesine varlığını koruduğu, ancak daha sonraları beş çift manda koşulmak suretiyle yerinden sökülerek buradan uzaklaştırıldığı köyde oturan yaşlılar tarafından anlatılmaktadır. Şu anda kalenin kemerleri, duvarları, çevresi ve alanı tamamen tahrip edilmiş bir haldedir. Kalenin izleri kaybolmak üzeredir. Boğazkesen Kalesi, Selçuklular ve Osmanlılar dönemlerinde değişik amaçlar için kullanılmıştır.

Boğazkesen (Opatorya) Kalesi

Hıdırlık Köprüsü

Kelkit ve Yeşilırmak Irmağının Birleştiği Bölge- Hıdırlık Köprüsü

5-Ziğdi (Karayaka)

Diğer yerleşim yerlerinde olduğu gibi bölgede Pontus, Roma, Bizans , Danişmentliler, Tacettinoğulerı ve son olarak ta Osmanlı Devleti egemenliği yaşanmıştır. Karayaka’nın Sonisa ,Tasabat, Erek’le Kaza-i Erbaa olarak bir ilçe gibi işleme tabi tutulduğu görülmektedir. Bundan dolayıdır ki, Sonisa ,Taşabat, Erek ve Karayaka’nın dördü birden Nevahi-i Erbaa yani (dört nahiye) olarak resmi kayıtlarda geçmektedir.

1620’lerden Tanzimat’ın ilk yıllarına kadar Sivas Sancağı’nın kaza sayısı 22’dir. Bu 22 kaza arasında Sonisa (Sonisa)’da vardır. 1850 yılında kaza sayısı 17’ye indirilmiştir. Bu tarihte Sonisa’nın Irak, Taşabat ve Karayaka ile birlikte Erbaa kazasını meydana getirdiğini görüyoruz.
1872 yılında Erbaa adıyla Sivas vilayeti Amasya sancağına bağlı olan şehir,1892 yılında Amasya’dan alınarak Tokat sancağına bağlanınca Karayaka bölgesinde Ziğdi nahiyesi oluşturulur. Ziğdi’nin (Karayaka) idari yapısı bucak müdürü ile Erbaa kaymakamlığına bağlanır. Ziğdi (Karayaka) 1954 yılına kadar bucak statüsünde bucak müdürü ile muhtar tarafından iki teşkilatlı olarak idare edilir. 1954 yılına gelindiğinde ise Karayaka’da belediye teşkilatı kurulması yönünde referandum yapılır. Yapılan referandum sonucuna göre de Karayaka adıyla belediye kurulmasına karar verilir.
17. yy başlarından itibaren Erbaa Kale Boğazından Niksar Alahtiyan Köyüne kadar Kelkit Irmağının kuzeyindeki bölgeye Karayaka kazası 1896 yılından itibarende Karayaka nahiyesi denilmiştir. Nahiyenin merkezi Ziğdi köyüydü. Karayaka Ziğdi köyünün diğer ismi olarak da kullanılmıştır. Şu anda Karayaka kasabasında mezraa ve mevkii haline gelen köyler Efkebe, Kışlak-ı Şeyh Hasan, Derefte, Kışlak-ı Şamlı bulunmaktadır. Ziğdi köyü ve çevre köyler 17.yy başlarına kadar Sonusa nahiyesine bağlı kalmışlar.1644 yılına ait avarız defterinde Karayaka kazası oluşturulmuş, kazanın merkezi Ziğdi köyüdür.
1455 yılına ait tahrir kayıtlarında Ziğdi köyü 41 hanedir. 1455 yılında Ziğdide 120 koyun beslenmektedir. Ziğdi köyünün yaylası Boğalı dağlarındaki Tozludere obası olduğu kayıtlıdır. 1520 yılındaki nüfusu 51 hanedir. 6 hane sipahi bulunmaktadır. 320 koyun beslenmektedir. Şark (İran) yöresinden bir aile Ziğdiye yerleşmiştir.1576 nüfusu 175 hanedir, 651 koyun beslenmektedir.1644 yılında nüfusu 45 hanedir.1839 yılı temettüat kayıtlarında 173 hanedir.1848 yılına ait temettüat (vergi) defterine göre Ziğdi 115 hanedir.
Ziğdi köyüne ilk yerleşen Türkler,Timur’un Sivas şehrini yakıp yıkması sırasında Sivas’tan kaçan Mütevellioğulları ve beraberindeki gelen ailelerdir.
Mütevellioğulları Malatya Akçadağ’dan gelerek Sivas’a yerleşmişler. Danişment Gazinin emirlerinden Sivas’ın fethinde görev alan Abdülvehap Gazinin torunlarıdır.Abdülvehap Gazi Sivas’da Abdülvehap Gazi ve Dar-ürraha vakıflarını kurmuş, bu vakıfların yöneticiliğini (mütevelliğinini) çocukları ve torunları yaptığı için bu aileye Mütevellioğulları denmiştir. Mütevellioğulları Timur’un Sivas katliamı sırasında bir grubu Sivas’ta saklanmış bir grubu ise Tokat,Niksar ve Erbaa Ziğdi köyüne gelerek yerleşmişlerdir.
Mütevellioğulları sülalesinin alt kolları ;
1-Mütevellioğulları
2-Hocaoğulları
3-Taciroğulları
4-Bekirbeyoğulları
5-Eminoğulları
6-Karabekiroğulları
7-Kolçakoğulları
8-Velibeyoğulları
1845 yılı temettüat defterine göre Mütevelli sülalesinin nüfusu 17 hanedir. Mütevelli sülalesi daha fazla çiftçilikle uğraşmakla beraber koyun yetiştiriciliği yapmışlar,yaylaları Boğalı yaylası Beğyurdudur.
Mütevelli sülalesinden çıkan önemli kişiler:
Vezir Ahmet efendi 1780 lerde İstanbulda sarayda vezirlik görevi yapmıştır. Hakimler denilen ailenin dedesi Hakim Abdullah Efendi tahsilini Mısır’da yapmış,1915-20 arası Giresunda hakimlik yapmıştır.Ali beyler denilen ailenin dedesi Ali bey 1860-1880 yılları arasında Karayaka nahiye müdürlüğü yapmıştır.Paşalılar (Hacı Tahirler) denilen ailenin dedeleri 18 yy sonları ile 19.yy başlarında Karayaka yöresinin yöneticiliğini yaptığından paşa ünvanı verilmiştir.Müftüler denilen ailenin dedesi Müftü Mehmet efendi 1930-1940 yılları arasında Erbaa müftülüğü yapmıştır.Karayakanın geri kalan yerli ahalisini Sonusa Yörükleri , Şam yöresinden gelen Karaevli kabilesi ve İran’dan gelen Şark Türkleri oluşturmaktadır.Karayaka’da ekinci ismi verilen yerleşik aileler,genelde ziraatla uğraşırlar çok az koyun ve keçi beslerler.Karayaka kasabasının üçte birinden fazla nüfusunu teşkil eden Yaylacılar ismi verilen kabileler geçimlerini büyük ölçüde çoğunlu koyun ve daha az keçi yetiştiriciliğinden sağlarlar,ziraatla çok az uğraşırlar yarı göçebe bir hayat tarzını sürdürürler. 1839-1848 yılına ait temettüat defteri incelendiğinde yaylacıların çoğunluk arazilerini kiraya verdiklerini sadece bazı ailelerin ziraat yaptığı, bazı ailelerin ise hiç arazilerinin olmadığı anlaşılıyor. Yaylacılar çoğunluk Hürmüzlü mahallesinde biraz da Orta mahallede otururlar. Karayaka Hürmüzlü mahallesi Yaylacılar tarafından kurulmuştur.Mollaosmanoğulları Hürmüzlü camisini yaptırmıştır.Yaylacı ailelerin bir kısmı Şeyhhasan’da bir kısmı Derefte’de bir kısmı Ayvacık denilen yerde, Mollaosmanoğulları ise Hürmüzlü camiinin olduğu yerden yukarı tepeye kadar olan bölgede otururlarmış. Bir arada oturmayı güvenli bularak Hürmüzlü mahallesini kurmuşlar. Karayaka koyununu güney Kafkasya’dan bu yöreye getirmişlerdir.Yazın Giresun Karagöl yaylasına giderler güzün ise Karayakaya gelirler,geldiklerinde koyunlarına Derefte ve Şeyhhasan mezralarında bakarlar.Yaşlılar,kadın ve çocuklar kışın köyde kalırlar,erkekler ve çobanlar koyunları kışlatmak için Bafra’ya 40 yıl öncesine kadar giderlerdi.Yaylacılar koyun peyniri, tereyağ, yün ve koyun ticareti yaparak geçimlerini sağlarlardı. Koyunlarını çok eskiden beri İstanbul’a Samsuna yaya olarak yayıltarak götürüp satarlardı.1820 li yıllara ait belgelerde Karayakalı koyun tüccarlarının İstanbul’da koyun satdıklarına ait bilgiler vardır.1839 ve 1848 yıllarına ait Karayaka temettüat defterinde yaylacılardan Kocamehmetoğlu Ömer ağanın ve Memişoğlu Hacıfeyzullahın İstanbul’a giderek koyun ticareti yaptıkları ve ödedikleri vergi kayıtlıdır.Yaylacılardan büyük sürü besleyen aileler Alikahyaoğulları, Kocamehmetoğulları (Musabeyler), Memişoğulları (Hacıfeyzullahlılar), Kasımbeyoğulları (Kelseyitler), Mollaosmanoğulları,Tomakoğulları, Hüseyinçelebioğulları ve Sırtıkaraoğullarıdır. Yaylacılar üç kabileye ayrılmaktadır. Akkoyunlular , Karakeçililer ve Kırım Tatarları bu kabileler birbirlerinden kız alıp verdiği için iç içe girmişler kaynaşmış akraba olmuş oldukları için kasabanın diğer ahalisi tarafından Yaylacılar olarak bir kabileymiş gibi bilinirler.Giresun’un köyleri yaylacılara Türkmenler,Yörükler derler yaylacıların obalarına Türkmen obası, mezarlıklarına Türkmen mezarlığı derler.Niksar’ın Çamiçi nahiyesine bağlı alevi köyleri yaylacılara Yörükler, koyunlarına Yörük koyunu derler.Yaylacılardan Alikahyaoğlu Hacıali efendi 1790-1800 yıllarında Erbaa müftülüğü ,Abdurrahmanoğullarından Mustafa efendi (Müftüler-Gündoğan) 1890-1900 yıllarında Erbaa müftülüğü yapmıştır.Karayakaya Çarşamba Ayvacık Kavlağan köyünden gelerek yerleşen Kasımbeyoğlu Kelseyit ve kardeşleri Şahlu ,Ahmet yaylacılara katılarak Karagöl yaylasına giderek hayvancılık yaptılar.Kelseyit Tomakoğullarından Mehmet ağanın kızkardeşi Ayşe hanımla evlendi.İstanbul’a koyun ticareti yaparak zengin oldu.Günümüze kadar Seyit ağanın zenginliği anlatılır,Samsun Tokat yöresinin en zengin kişisi olduğu söylenir.Karagöl yaylasına giden yaylacılar Giresun yöresinde eşkiyalık yapan Micanoğlunu öldürmeleri için Trabzon valisi tarafından görevlendirilmişler.Karayakalı yaylacılar Kelseyit önderliğinde Micanoğlu çetesiyle mücadele etmişler ve Micanoğlunu öldürerek çetesini dağıtmışlardır(1910 yılı).Annesi Mollaosmanoğullarından Yusuf ağanın kızı Ümmügülsüm hanım olan Fatsalı Hacıalizade İsmail Hakkı Çamaş Mektebi mülküyenin ilk mezunlarından olup çeşitli yerlerde kaymakamlık yapmış.Ankara’daki mebusan meclisine Ordu mebusu olarak katılmış,Lozan antlaşmasında murahhas aza olarak bulunmuş ,Cumhuriyet döneminde dört dönem Ordu milletvekilliği yapmıştır.Seyit ağanın oğlu Molla Mustafa ağa kurtuluş savaşı yıllarında Kuva-ı Milliyeye 5000 koyun bağışladığından Atatürk tarafından çağrılmış,bizzat Atatürk tarafından İstiklal madalyası verilmiştir.

Akkoyunlu Türkmenleri

16.yy sonlarında nüfuslarının artışı,yaylak kışlak bölgelerinin daralması nedeniyle Erzurum Erzincan yöresindeki Bozulus Türkmenleri (Akkoyunlu Türkmenleri) bu yöreden Gümüşhane Kelkit, Torul, Bayburt yöresine göç etmişler, Türkmenler koyunlarını kışlatmak için Trabzon ve Rize’nin sahil boyunda kışı geçirirlermiş.Türkmenler bu yörede 30-40 yıl kaldıktan sonra nüfus artışı dolayısyla bir kısmı bu bölgeden göç ederken bir kısmıda Gümüşhane,Trabzon, Rize yöresine yerleşmişlerdir.Göç edenler Şebinkarahisar,Giresun,Suşehri yöresine yerleşmişlerdir.Koyunlarını kışlatmak için Kelkit vadisini takip ederek Niksar ve Karayakaya gelerek yerleşmişlerdir(1660 yılları civarı).Bu Türkmenlerin bir kısmı da yaylak kışlak için gidip gelirken yollarının üstünde olan Reşadiye,Mesudiye,Aybastı bölgelerine Samsun Çarşamba,Terme,Fatsa yörelerine yerleşmişlerdir.Yaylak olarak Karayaka yöresindekiler Giresun Derelideki Karagöl yaylası Afşar obasına gitmişler bu sülaleler hala aynı yaylayı kullanıyor.Karagöl yaylasında bu sülalelere ait en eski mezar 1688 yılına aittir.Karayaka koyun ırkını bu yöreye Akkoyunlu Türkmenleri getirmişler köyün isminden dolayı koyuna Karayaka ırkı denilmiştir.Karayaka ırkı Güney Kafkasya yöresine ait bir ırkdır.Karayaka koyunu Karagöz ve Çakrak isimli alt gruba ayrılır.Çakrak kolu daha fazla Giresun,Trabzon,Rize yöresinde yetiştirilir.Trabzon Rize yöresinde bu koyuna Çepni koyunu diyorlar.Akkoyunlu Türkmenlerinin bir kısmı Karayakaya yerleşirken bir kısmı Erbaa’nın; Ferenge, Hosan, Emeri, Nohu, Aray, Günise, Ayan, Hayatgeriş, Çatalan köylerine yerleşmişlerdir. 200 yıl öncesi bütün bu köyler yaylak için Giresun Karagöl yaylasına giderken çoğu vaz geçerek Niksar Erik çayırı, Niksar Çataloluk ve Hasan paşa yurdu,Samsun Ladik Akdağ yaylası ve köylerinin civarındaki yaylalara gidiyorlar. Karayakadaki bazı aileler hala Giresun Karagöl yaylasına gidiyorlar.
Karayakadaki Akkoyunlu Türkmeni sülaleler:
1-Kılıçoğulları(Kılıç)
2-İsmailoğulları(Uyar)
3-Kurtbekiroğulları(Delimustafalar:Şenel,Taşova)
4-İlikoğulları(Dikosmanlar:Özgül)
5-Cinahmetoğulları(Mamuklar:Çevik)
6-Çavdaroğulları(Çavdar,Şenel,Akbulut)
7-Kamışoğulları
8-Böncüoğulları(Böncü)
9-Karaçobanoğulları(Göçler:Karaçoban)
10-Hasanoğulları(Gölbaşı)
11-Selimoğulları(Selvi)
12-Sırtıkaraoğulları(Koyuncu,Güner)
13-Karahasanoğulları
14-Şahinalioğulları
15-Bostancıoğulları(Sarıbaş)
16-Sofuoğulları(Ünlü)
17-Hümaoğulları(tombul)
18 –Karayakaoğulları(karayaka)
19-Dalömeroğulları( bu sülale Çatalan Kırıkgüneye köyüne yerleşmiş soyadları Karayakadır.
20-Topalömeroğulları (Topal)
21-Köralioğulları(Güreldi)
22-Abdurrahmanoğulları(Gündoğan) 23-ibiloğulları(Eğin)
24-Bayramoğulları
25-Çörtoğulları
Akkoyunlu Türkmenlerinin 1845 yılı temettüat defterine göre nüfusları 35 hanedir. Karayakaoğulları bir dönem Karayaka yöresinin ayanlığını yaptıklarından bu lakabı almışlardır. Abdurrahmanoğullarından Mustafa efendi 1900’lü yıllarda Erbaa müftülüğü yapmıştır, bu aileye Müftüler deniyor.
Karakaeçili Kabilesi
Dulkadiroğullarına bağlı Tükmenlerdendir.16.yy sonlarına kadar Antep-Halep-Şam arasında göçebe yaşarken Hicaz yöresinden gelen Bedevi Arap aşiretlerinin yörede eşkiyalık yapmaları sonucu 16.yy sonlarında Sivas Şarkışla,Gürün ve Malatya yöresine yerleşmişler.Karakeçili kabilesi 17.yy ortalarında Karayakaya yerleştiler.İlk geldiklerinde Ladik Akdağ yaylasına gittiler.Karakeçililerin zamanla nüfuslarının artışı sonucu Akdağ yaylası yeterli olmadığından ,Giresun Karagöl yaylasında Suşehrinin Sıradur ve Sefker köylerinin obalarını Mollaosmanoğulları satın alarak oraya gidip geldiler, hala Karayakadaki bazı Karakeçili aileler ve Çarşambadaki Mollaosmanoğulları sülalesi Karagöl yaylasına gidiyorlar. Mollaosmanoğullarının 1875 yılına ait Karagöl yaylasının tapusu bulunmaktadır.Mollaosmanoğulları Karagöl yaylasının eteklerinde bir köy kurmuşlar,köyün yakınlarında bulunan Dereli ilçesinin Aksu köyünde camii yaptırmışlar, bu camiinin haziresinde Mollaosmanoğullarının mezarları bulunmaktadır.Karagöl köyünde yerleşen Mollaosmanoğulları sonradan burayı terk etmişler bir kısmı Karayakaya geri dönerken birkısmıda Giresun,Trabzon,Rize,Gümüşhane yöresine yerleşmişlerdir. Karagöl yaylasına gidip gelirken Karakeçililerin bir kısmı Ordu; Mesudiye, Aybastı,Fatsa, Çarşamba, Terme, Bafra, Giresun: Dereli, Keşap, Bulancak yörelerine yerleştiler.Karakeçili kabilesinden Mollaosmanoğullarının Çarşamba Kurtahmetli köyü ve Boyacılı köyleri çiftlikleriydi kışın koyunlarını burada kışlatıyorlardı. Mollaosmanoğlu ailesinin bir kısmı Çarşamba’da bu köylere yerleşerek aynı zamanda çiftçilik yapıyorlardı.
1-Tomakoğulları(Coşkun)
2-Alikahyaoğulları(Akgül,Özgül)
3-Cinömeroğulları(Hacıömerler,Kömürcüler:Aydın,Bekirliler:Çakır)
4-Körbekiroğulları(Bölükler-Dağdelen)
5-Kumcuoğulları(Karaveliler-Kumcu)
6-Mollaosmanoğulları(Aydın,Sıradur)
7-Hüseyinçelebioğulları(Karagöl)
8-Kestekoğulları
9-Topalmollaoğulları
10-Karamollaoğulları
11-Eminoğulları
Toplam nüfusları 19 hane (1845 yılı temettüat defteri) Çarşambadaki Mollaosmanoğulları 9 hane,Giresundaki Mollaosmanoğullarının nüfusu 10 hane ve Çarşambadaki kumcuoğulları 1 hane toplam 39 hane
Kırım Tatar kabilesi
1785 yılında Rusların Kırımı işgal etmesiyle Amasya,Taşova Sepetli ve Zuday köylerine bir kısmı ise Karayaka, Çarşamba ve Ordu yöresine yerleşmişlerdir.Bu sülaleler 1-Kocamehmetoğulları 2-Abişoğulları 3-Hacıtataroğulları 4-Abazaoğulları 1839 yılındaki nüfusları 7 hanedir.
Karayaka Koyunu
Karayaka koyun ırkını bu yöreye Akkoyunlu Türkmenleri getirmişler köyün isminden dolayı koyuna Karayaka ırkı denilmiştir.Karayaka ırkı Güney Kafkasya yöresine ait bir ırkdır. Karayaka koyunu Karagöz ve Çakrak isimli alt gruba ayrılır.Çakrak kolu daha fazla Giresun, Trabzon, Rize yöresinde yetiştirilir.Trabzon Rize yöresinde bu koyuna Çepni koyunu diyorlar.

6-Hayati (Günise-Doğanyurt)


Doğanyurt (Hayati)

11. yy.’ın son çeyreğinde Anadolu’nun Türkleşmesi sürecinden sonra Melik Ahmet Danişment Gazi’nin beyliği 1095-1175 yıllarında bölgeye egemen olduğunda Hayatî bölgesi de bu beyliği katılmıştır. Daha sonra Anadolu Selçuklu, İlhanlılar ve Eretnalıların ve ardından da Kadı Burhaneddin Ahmet Devleti’nin hakimiyetiyle geçer.1392 ‘de Yıldırım Bayezid Han bu toprakları Osmanlı yönetimine dahil eder; oğlu Süleyman Çelebi Sivas’a vali olarak atanır.
Anılan yıllarda bölgede yaşayan insanların köken olarak Türk olduğu kesindir. Erbaa, dolayısıyla da Hayatî (Doğanyurt) 1473 Otlukbeli Savaşı sonrası Osmanlı topraklarına kesin olarak katılır.
Evliya Çelebi, Erbaa’dan beş kez geçtiğini o ünlü eseri ‘Seyahatname’ de yazar. Doğanyurt’un hemen altından geçen ‘Ulu Yol’ Evliya Çelebi’ye göre sultanların ve ordularının yoludur. Fatih Sultan Mehmet’in Trabzon’u aldıktan sonra bu yoldan İstanbul’a dönmüş ;Yavuz Sultan Selim Han’ın Çaldıran Seferi dönüşü Niksar üzerinden Amasya ‘ya bu yolu takip ederek geçmiştir.
Erbaa 1872 ‘de Sivas’tan Amasya ‘ya ;1892’de de Amasya ‘dan alınarak Tokat sancağına bağlanmış, Erek bölgesinde kurulu bulunan bucaklara Alahtıyan’ın merkezinden alınarak yapılandırılan Hayati (Doğanyurt)’de dahil edilmiştir.
Hayatî önce Günise mezrasının bulunduğu yerde kurulmuş daha sonra Suyolu denilen asıl yerine taşınarak bugünkü şeklini almıştır. Hayati adı 1960 yılında Doğanyurt olarak değiştirilir.1910’da kurulan Doğanyurt Bucak Müdürlüğü (Hayati Nahiyesi) 1973 yılında çıkarılan ilgili yasayla tüm bucaklar gibi kaldırılmıştır.

7-Kilise Suyu

Çamdibi köyünün bir kilometre kadar aşağısında bulunan bir kaynak suyudur. İçinden bir değirmen döndürecek kadar su çıkmaktadır. Suyu gayet berrak ve temizdir. Gözenin bulunduğu kısmın önü açıktır. Üzeri kulemsi bir yapı ile örtülmüş, ön tarafı suyun akışına göre düzenlenmiştir. Eskiden önünde demir kapısı olduğu söylenen bu suyun, Roma Dönemi kaynak tapınaklarından olduğu sanılmaktadır. Çünkü, Roma Dönemi ile ilgili eserlerde, Roma imparatorluğu tapınaklarından bazılarının doğrudan doğruya kaynak tapınakları olduğu belirtilmektedir. Bir başka işaret de bu tapınaklarda özellikle su kaynağının yapının içinde olmasıdır.

Kilise Suyu

8-Yer Köprü


Manasküfe (Pınarbeyli) Köyü
Yer Köprü, Manas (Pınarbeyli) köyünün mezrasında Uluyol (İpekyolu) üzerinde bulunmaktadır. Çeşitli zamanlarda tamirat gören köprünün Bizanslılar zamanında yapıldığı sanılmaktadır. Dar bir geçitte, geçidin iki tarafıyla aynı seviyede olduğu için “Yer Köprü” diye bilinmektedir. Köprü, tek kemerlidir. Köprünün kuzeye bakan tarafında, kemerin en üst taşında bir “haç” işareti bulunmaktadır. Defineciler bu işareti, bir define işareti sanıp, ayaklardan birini tahrip etmişlerdir. Köprü köylüler tarafından onarılmıştır. Ayrıca köyün. İnkaya mevkiinde karşılıklı iki kayaya işlenmiş, saz çalan bir erkek ile çulha dokuyan kadın figürleri de bulunmaktadır. Bölgede Roma döneminden kalma Roma yolları üzerinde yer alan mil taşı bulunduğu kaynaklarda yer almaktadır.

Yerköprü
9-Talazan Köprüsü

Restorasyondan Önce Talazan Köprüsü

Tokat’ın Niksar ilçesine 15 kilometre mesafedeki köprü, Niksar-Erbaa karayolu üzerinde. Günümüze ulaşan bir kitabesi bulunmadığı için yapım tarihi hakkında net bir bilgi yok. Köprünün yedi sivri kemer gözü mevcut.
Tokat bölgesini mesken edinen ve Niksar'ı kendilerine başkent yapan Danişmendiler, arkalarında ölümsüz eserler bıraktılar .Gümüşhane'den doğan ve Erbaa Ovasını sulayarak Taîazan Boğazına gelen Kelkit Çayının üzerinde konumlanan Talazan Köprüsünün, Danişment özelliklerini yansıtan bir yapı olduğu düşünülüyor. Köprünün mimari üslubunu değerlendiren bazı kaynaklara göre ise 13. yüzyılın ilk yarısında inşa edildiği tahmin ediliyor. Bu da Selçuklu mimarisinin etkisine işaret ediyor.
1942 depreminde hasar gören, daha sonra bir kemeri yıkılan köprünün uzunluğu 134 metre. TBMM’nin 24.11.1954 tarihli birleşiminde Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan’ın Nafia (Bayındırlık) Vekili’ne Talazan Köprüsü ile ilgili soru sorduğunu, soruda köprünün depremler sonucu tahrip olduğu, 21 kadar köyün ulaşımının sağlandığı köprünün ne zaman tamir edileceği ifade ediliyor. Nafia (Bayındırlık) Vekili’nin verdiği cevapta 1954 yılı içerisinde bir ekibin gönderileceğini ifade ettiğini görüyoruz.
Sel sonucu tahrip olan bölüm, demir konstrüksivonla birleştirilerek köprünün bütünselliği sağlanmış. Buzköyü’nün çevre köylerle ulaşımını sağlamaya devam eden kesme taş köprü, birçok kez sel taşkınlarından zarar gördü ve her seferinde yeniden onarıldı. Duvar örgüsündeki farklı taş işçiliklerine bakarak bu onarımları kolayca ayırt etmek mümkün. Köprünün 2009 yılında başlayan onarım çalışmaları sona ermiştir.
Selçuklu döneminin kültürel izlerini taşıyan Tokat ilinin sınırları içerisinde ayrıca Niksar merkezdeki Leylekli Köprü ve Kelkit Çayının Yeşil ırmak ile buluştuğu noktada konumlanan Hıdırlık Köprüsü de yer alıyor. Her üç köprü de, Anadolu’nun tarihi taş köprüleri listesinde önemli bir yere sahip.

Restorasyondan Sonra Talazan Köprüsü
ÖNERİLER

Taşova’dan (Taşabat) Talazan’a kadar tarihî İpek Yolu üzerinde yaklaşık 68 Km mesafede rastgeldiğimiz tarihi mekanlardaki tarihi eserlerin bir kısmı maalesef günümüze kadar ulaşamamış, bazı tarihî eserlerde büyük tahribata uğramıştır. Bu eserlerin günümüze kadar gelememesinin en önemli sebebi tarihi eserlerin iyi korunamaması, tabii afetler, tabii etkilerdir. İpek Yolu’nun Kuzey Anadolu Fay Hattı üzerinde yer alması tarihî eserlerin yıkılmasına yol açmıştır. Bu fay hattı üzerinde çok sayıda deprem meydana gelmiş, bu depremler sonucunda çok sayıda tarihi eser ya yıkılmış ya da tahribata uğramıştır. İncelediğimiz bu hat boyunca rastladığımız tarihî eserlerden Sonisa Sinan Paşa Hamamı ve Talazan Köprüsü restore edilmiştir. Boğazkesen (Eupotarya) bölgesinde yer alan Hıdırlık Köprüsü’nün bugün sadece ayakları kalmıştır. Yine bu bölgede yer alan kale de maalesef büyük tahribata uğradığı için duvarlarından bazı bölümler ve yıkıntılar yer almaktadır. Manasküfe (Pınarbeyli) Köyü’nde yer alan Yerköprü hala ayaktadır. Bizlere düşen görev bu tarihî mekanları ve tarihî yapıları korumaktır. Yıpranan yapıların da bir an önce restore edilmesinin sağlanmasıdır. Bunu sağlamak için de yetkililerin dikkatini çekmek gerekir. Bu projenin bir amacı da budur.
Bölgedeki en dikkat çekici mekanlardan birisi Alpaslan Köyü’nde yer alan müzedir. Tarih öncesi dönemlerden başlayıp, Pontus, Roma, Bizans, Türkiye Selçuklu, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet Dönemi’ne kadar uzanan çok sayıda eserin yer aldığı bu müze maalesef çevrede pek tanınmaktadır. Müzeye ait bir web sitesi de yer almamaktadır. Düzenli bir katalog çalışması da yapılmamıştır. Bir an önce bu müzede yer alan eserlerle ilgili katalog çalışması yapılmalı ve müzedeki eserleri tanıtacak kitaplar, broşürler hazırlanmalı, bir web sitesi hazırlanmalıdır. Biz bu proje ile bu müzeyi kısıtlı da olsa tanıtmaya çalışacağız. Bu amaçla facebookta bir sayfa açacağız.
Bu proje ile 68 Km’lik mesafede yer alan mekanları tanıtarak tarihî eserlere karşı duyarlılığı artırdığımız gibi, bu bölgelerde yer alan eserlerin tanıtımını ve bu bölgelerin gezilmesini, ayrıca ayakta kalabilmiş eserlerin restorasyonu için de yetkililerin dikkatini bölgeye çekmiş olacağız. Bu şekilde taşrada yer alan eserlerin tanınması ve korunması için de örnek teşkil etmiş olacağız. Yetkililere düşen görev ise bu bölgedeki eserlerin korunması ve restorasyonu konusunda adım atmalarıdır.

KAYNAKLAR

Açıkel, A. (2004). Osmanlı Ulak-Menzilhane Sistemi Çerçevesinde Tokat Menzilhanesi (1690-1840),Tarih İncelemeleri Dergisi, s.4
Açıkel, A. (2003). Tanzimat Döneminde Tokat Kazasının İdari ve Nüfus Yapısındaki Değişiklikler, C.Ü.Sosyal Bilimler Dergisi,Aralık Cilt:27,s.254
Atlas Dergisi Keşif Kitaplığı. (2010). Türkiye Tarihi Köprüler Atlası.
Atsız , A.N. (1985). Aşıkpaşoğu Tarihi, Ankara.
Belleten, Sayı 201,s.1233-1236
Cinlioğlu, H. (1973). Osmanlılar Zamanında Tokat, Cilt 2,3 ,Tokat.
Çetin, C. (2011). Osmanlı Devleti’nde Ulaşım ve İletişimin Örgütlenmesi, Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 5 Sayfa: 17-38
Erbaa Belediyesi (2011). Antik Çağdan Günümüze Erbaa.
Erçin, E.M. (2005). 19.Yüzyılda Erbaa Kazası’nın Sosyo Ekonomik Yapısı (Yayınlanmamış Yükseklisans Tezi) , İstanbul.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt 2.
Faroqhı, S. (2000). Osmanlıda Kent ve Kentliler, İstanbul.
Fatsa , M. (2011). Şebinkarahisar’da Hasan Şeyh Vakfı ve Menzilhaneler, Vakıflar Dergisi, sayı 35, s.32
French, D. H. (1986). Küçük Asya Roma Yolları ve Miltaşları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü Araştırma Sonuçaları Toplantısı I, Ankara, s.191
Gündoğdu, H. (1997). Kuzeydoğu Anadolu Güzergahı ve Karakulak Menzili, Otlukbeli Sempozyumu.
Halaçoğlu ,Y. (2002). Osmanlılarda Ulaşım ve Haberleşme (Menziller), Ankara.
Hoca Saadettin Efendi. (1939). Tacüttevarih, Ankara, Cilt 2, Cilt 4.
Kaya, N. (2013). Bir Zamanlar Erbaa, Erbaa Belediyesi.
Kıvrım, İ. (2014). Taşova-Erbaa, Yerleşme, Nüfus, Ekonomi, 15.16.yüzyıl, Çalış Ofset, İstanbul.
Koçyiğit , Tahsin. (2009). İbn-i Batuta’nın Karadeniz Seyahati Üzerine Bazı Mülahazalar, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IX, Sayı 4, s.55
Pakalın , M. Z. (1993), Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İstanbul.
Peynirci, Ş.;Temiz, Ş. (1996). Erbaa-Tarih-Coğrafya-Ekonomi-Kültür, Erbaa.
Seçkin, A. (2013). Uluköy, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.
Türk Ansiklopedisi, Ankara,1968
Taşova Belediye Başkanlığı, 60.yılında Tokat, Çağhan Ofset, Ankara, 2004.
TBMM Zabıt Ceridesi, 21.birleşim , 24.12.1954, Devre 10, 3.Cilt.
Ulus Gazetesi, 29 Aralık 1942.
Yaşar, H.H. (1986), Amasya Tarihi, Başbakanlık Basımevi, 1986, Cilt 2
1967 Tokat İl Yıllığı
387 Numaralı Muhasebe Karaman ve Rum Defteri (937/1530) Kaza-i Sonisa

Elektronik Kaynaklar

http://www.karayaka.bel.tr/karayaka/tarihce

 

  
2583 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi63
Bugün Toplam642
Toplam Ziyaret1118884
Saat