• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
    • Görsel Destekli Tarih Videoları Sesli Tarih Menüsünde
    • Özgün Tarih Materyalleri
    • Tarihi Fıkralar
    • Tarih Yazılısından İnciler
    • Tübitak Tarih Proje Örnekleri
    • Sınavlar Bölümünde Bilgilerinizi Test Edebilirsiniz
    • Peygamberimizin Hayatı ve Örnek Ahlakı
    • KPSS Sunuları Yenileniyor
    • Bulmacalarla Tarih Öğreniyorum
    • Tarih Sunuları için tıklayınız.
    • En güncel tarih sunuları burada.
RUSYA İHTİLÂLİ HAKKINDA

RUSYA İHTİLÂLİ HAKKINDA

(Bu düşünceler ihtilâlin ilk günlerinde yani çarın düşmesiyle Kerenski’nin başkanlığında kurulan geçici hükümet zamanında yazılmış ve Sabah gazetesinin 18 Nisan 1917 tarihli sayısından itibaren beş ma­kale olarak yayınlanmıştı).

   Zihinler hâlâ Rus ihtilali ile meşguldür. Gerçi koca bir ülkede, fa­natikliği ile ve kutsal imparatorlarına olan sağlam bağlarıyla Avrupa’da şöhret ve ayrıcalık kazanmış bir millette istibdat ve monarşiyi tem­sil eden ve tanrısal haklara dayanan yani kullanageldiğimiz deyimle va­tandaşları, eline Allah tarafından emanet edilmiş olan çarlığın büyük ve heybetli binası bir zelzele ile temelinden göçüvermesi görülmeye de­ğer bir manzara ve merak etmeye, ibret almaya değer bir büyük olay­dır. İhtilâlin nasıl olduğunu ve günlük olaylarını gazetelerde telgraf haberleriyle az çok öğrendik. İlk günlerin harareti tavsadıkça, telgraf ha­berleri seyrekleştikçe kamuoyunun ilgisinin azaldığı da görülüyor. Dört hafta evvel her toplantıda her mecliste görüşme konusu olan ihtilâle ait sözler azalıyor. Fakat bundan dolayı halkın merakı azalmış sayılamaz.

    Olayın çıktığını işittiğimizde ordunun alacağı durumu, çara taraf­tar olan askerin sessiz kalıp kalmayacağını ve birkaç gün sonra çarın kaçıp kaçamayacağını, kurulan geçici hükümetin halkoyu tarafından benimsenip benimsenmeyeceğini, Petersburg’ta (Leningrad) parlayan ev bark yakıcı alevlerin büyük şehirlere ve diğer illere sıçrayıp sıçra­mayacağını düşünerek birtakım fikirler ve varsayımlar yürütüldü. Me­selede asıl düşünülecek şey kişiye ve zamana ait tek tek olaylar olma­yıp ihtilâlin doğuracağı sonuçlan anlamak ve görebilmek, bekleyen bakışlarımızın görmek istediği şeyi ki bu devam eden savaşa etkisidir, incelemek ve tahmin etmektir.

    Bir ihtilâli gereği gibi araştırmak ve incelemek için ortamı iyi bil­mek lazımdır. Halbuki Rusya’nın iç durumunu, sosyal ve siyasi eğilim­lerini yakından bilmiyoruz. Ne eski yöneticileri ve ne de bugün idare dizginlerini ellerine alan yüksek yöneticileri tanımıyoruz. Bilgilerimiz vaktiyle okunmuş eserlerden kalan bilgilere ve görevle Rusya’da bu­lunmuş olan dostlardan öğrenilmiş bilgilerden ibarettir. Böyle az ve ek­sik bir bilgi ile derin bir incelemeye girişmek doğru olmaz. Fakat tarih bilimi günlük olaylarından gelecek için, gelecekte oluşacak benzeri için uygulanabilecek birtakım teorik kurallar çıkarır. Bu kuralları insanlık hakkında geçerli tabii kanunlardan sayar. İşte bu geçerli kıyaslama usu­lüne uyarak ihtilâl olayının alacağı yöne göre meydana getireceği şe­killeri inceleyecek ve hükme bağlayacağız. Makalemizi iki kısma ayı­rarak evvela ihtilâlin sebeplerinden ve onu meydana getiren faktörle­rinden ve sonra muhtemel sonuçları üzerinde konuşacağız.

    Bu ihtilâlin sebepleri ve meydana getiren faktörleri nelerdi?

    Romanof Hanedanı Rusya’nın bugünkü gücünü ve büyüklüğünü meydana getirmiş, memleket sınırlarını Baltık kıyılarından Büyük Ok­yanus’a kadar ulaştırmış ve saltanat bayrağı yanına kutsal âsâyı da di­kerek kilise tarafından da yüceltilerek Kutsal İttifakını (1) dağılma tari­hi olan 1825 senesinden yani Nicola I. nın tahta çıkışından beri çağın ve zamanın ilerleme gereklerinden olan idari ve siyasi yeni usûllere karşı düşmanlık göstermiş ve eski istibdat usulünde ısrar edegelmiştir. 1825’te ölen Aleksandr I. XVIII. yüzyıl felsefesiyle yetişmiş iyilik se­ver ve tebasını koruyan bir hükümdar olması ve 1855’te tahta çıkan Aleksandr II. “Serf” usulünü(2) kaldırarak bir çeşit esir olan elli mil­yon kadar köylüyü esaretten kurtarması ve Zemstvos seçilmiş meclis­leri kurması ve genel hakların genişletilmesi konusunda yararlı haklar tanıması esaslı reformların ortaya konmasına yeteri kadar yardım et­medi. Rus saltanatının gücünün korunması ve geniş ülkenin birlik ve beraberliğinin korunması istibdat idaresinin devamı ile mümkün ola­cağına inanan birtakım sözü geçerli kişiler genel hakların genişletilme­sini zararlı sayıyorlar ve ona karşı çıkıyorlardı. Mesela meşhur gazete­ci Katkof İkinci Aleksandr’a memleketi atalarından miras kalan eski tarzda yönetmesini yani basına ve üniversitelere hürriyet vermek gibi fikirlerden vazgeçmesini, aksi takdirde hükümetten el çekmek gerekti­ğini açıkça hatırlatmaya kadar ileri gitmişti. Fakat Rusya’da sayısı az amma eğitim ve kültürü yüksek bir aydın sınıf oluşuyordu. Bunlar ço­ğunlukla batılı okullarda okumuş olduklarından orada yürürlükte olan yeni ve ileri usullerin memleketlerinde de uygulanmasını istiyorlardı.

Çar tek ve kesin emir verici olup her emri kanun hükmünde sayıla geldiğinden keyfi hükümetin sınırı yoktu. Çar ailesinden olan grandükler savurganlıkları ve sınırsız atıp tutmaları ve bencil tutumları ile pek fazla dile düşmüşlerdi. İçlerinde halk tarafından tutulan olgun ve bilgin kişiler pek azdı.

    Topluluk fertlerinin bolluk içinde bulunması ve halkın mutlulu­ğunu sağlayacak şartları elde etmek, anlamsız sosyal ve dini gelenek­lerden onları kurtarmak amacıyla geçen yüzyıl ortalarında Nihlist adıyla gizli bir cemiyet ortaya çıkmıştı. Başlangıçta düşünür ve yurtseverler­den oluşan bu cemiyet çalışmalarını propagandalara ayırdı. Fakat ya­yın ve sözlü ve yazılı propagandalarla durumun düzeltilemeyeceğini anlayarak kanlı eylemlere ve suikastlere başladı. Vahşi saldırıları arttık­ça hükümetin baskısı da kan dökücü zalim bir şekil aldı. Nihlistler hü­kümet başkanlarını, polis ve jandarma subaylarını, askeri kumandanları, savcıları hulasa kendilerine zararlı ve engel olanları ayrı ayrı vu­rup öldürüyorlardı. Çar Aleksandr II. ın da başını yemişlerdi(1881) (3). Fakat bununla amaca ulaşmak ve karşılarındaki büyük ve muntazam güçlere galip gelmek mümkün değildi. Haklarında işkenceler ve ezi­yetler yapmaktan geri kalınmadı. Zindanlar ve Sibirya sürgün yerleri Nihlistlerle doldu. İdam sehpaları boy göstermekten geri kalmazdı. Ey­lemde gösterdikleri korkusuzluk ve şiddet derecesinde sorgularında amaçlarını son derece sakin ve tam bir inançla söyleyen ve savunanlar az değildi. Kadınlar ve İsviçre’de eğitim görmüş birtakım kızlar da bu partiye girmişlerdi.

    Lehistan ihtillallerinden (4) sonra imparatorluğa bağlı olan ve milli varlıklarını devam ettirmek isteyen çeşitli halkların Ruslaştırılması po­litikası ortaya çıktı. Bu politikanın yaratıcısı olan Panislavizm geniş bir plan dahilinde bütün Slav kavimlerini-Rusya dışındakileri de- birleştiremeye çalışır oldu. Gerek Nihlistlerin ve gerek Panislavistlerin ateşli çalışmaları geçen yüzyılın sonlarına doğru sönmüştür. Şöyle ki Nihlistlerin elebaşıları ve en cesur saldırganları yok edildikten sonra fikir akımları başka bir yön aldı. Kanlı vahşet olaylarını yapanlar yeri­ne sosyalist adı altında yine sosyal ve ekonomik reformlara taraftar yeni bir parti türedi. Bu parti Avrupa’nın diğer ülkelerinde olduğu gibi iddi­alarını teorik alanda tutmuş ve felaketini hazırlayacak teşebbüslerden mümkün olduğu kadar kaçınmıştır.

     Panislavizm fikirleri de dolayısıyla dış politikaya dokunduğundan bugün modası geçmiştir. Fakat bu iki kuruluş uzun zaman Rusya’yı bü­yük dertlere uğratmıştı. Bu hay huy arasında aydınların sayısı artıyor ve değerleri yükseliyordu.

     Dış politikaya gelince Prens Bismarck Rusya ile iyi geçinmeye(5) büyük önem veriyordu. Almanya imparatorunun İstanbul’a ilk seyaha­tine istemeyerek razı olmuştu. Çünkü bu seyahati Rusya’yı gücendirmeye değmez sayıyordu. O sırada Fransızlar Almanya’ya karşı kendi­lerine bir koruyucu arıyorlardı. Rusya’dan güler yüz görünce, Bismarck politik hayattan çekildikten sonra Ruslarla resmi şekilde bir ittifak kur­dular. Rusya’ya savaş araçları sağlanması için parça parça on altı mil­yar frank kadar büyük bir borç verdiler. Gerçi bu borcun bir kısmı ba­yındırlık ve sanayi teşebbüsler için verilmiş ise de asıl amaç Almanla­rın muhtemel saldırılarına karşı Rusların pazusu kuvvetli ve eli silahlı bir bekçi olması idi.

     Nikola II. 1894’te tahta çıktığı zaman tabiatı bakımından sakin ve barışçı olmasından dolayı düzelme ümitleri uyandı. Lahey barış kon­feransının toplanmasını teşvik etmesi ve Zemstvos örgütünde bir adım daha ileri giderek milletvekillerinden oluşan Duma’yı(6) açması ilerici­lik sayılabilir. Fakat gerçek meşrutiyet taraftarı olanlar Duma’nın yet­kilerini yeterli bulmuyor, istibdat taraftarları ise onu hükümet makine­sinde fazla bir âlet gibi görüyorlardı. Duma hiçbir zaman yönetimin yeni kurallarını uygulayacak mevkie çıkmamıştı.

    Balkan Savaşı fırtınası yarımadayı (Balkan Yarımadası) alt üst et­tiğinden onun bıraktığı yıkıntılar altından bugünkü büyük savaş (I. Dün­ya Savaşı) çıktığı vakit (1914X7) Fransa’nın milyarlar bahasına tuttu­ğu bekçi yüzünden başı derde girdi. Rusya’nın askeri hazırlıkları mü­kemmel, sınır istihkâmları sağlam, askeri demiryolları hazır, silah ve cephane donatımı kusursuz olması gerekiyordu. Halbuki o paraların an­cak bir kısmı yerine harcanmış, diğer bölümü birer suretle yok olmuş­tu. Alman ordularının ilk saldırısında bu gerçekler ortaya çıkıvermişti. Polonya zaptolundu, sınır kaleleri karşı koymadan düştü, Rusya silah ve cephane isteklerini acı çığlıklarla müttefiklerinin kulağına ulaştır­maya başladı. Fransız milyarları savurganlık rüzgârlıyla havaya uçmuş veya rüşvet keselerini doldurmuştu. Gizlenmesi mümkün olmayan bu gerçekten ve mağlubiyetlerin tabii facialarından halkın üzülmemesi kabil değildi. Vatanseverlerin şikâyetleri yükselmekte ve yer yer karışıklık­lar çıkması sözlerin eyleme geçtiğini göstermekte idi. Maddi ve mane­vi acılar arasında halkoyu kabahatliyi aramaya ve bütün intikamını on­dan almaya kalkışacaktı.

      Çar Nikola II. doğuştan savaşçı ve fikir bakımından fazla hare­ketli değildi. Sofuluk içinde büyümüş olduğundan papazlara ve onların öğütlerine saygılıdır. Fakat mağlubiyet ayıbı hükümdarlar için bir ağır yük olduğundan karargâhlarda dolaşmaktan ve çeşitli cephelerde as­kerlerini cesaretlendirmekten geri kalmamıştır.

       Çariçe (Aleksandra Feodorovna) Hess-Darmstad(8) Hanedanına mensup bir Almandır. Almanya imparatorunun yengesi Prenses Henrie de Prusse’ın küçük kız kardeşidir. Zayıf yürekli olan çar üzerinde etkili olageldiği ve Almanlık duygularını unutmayarak Alman dostlu­ğundan vazgeçmediği ortada dolaşırken bu savaşın çıktığından beri kız kardeşi ile gizli haberleşmede bulunduğu söylentileri çıkmıştı. Bu haberleşmeler Rusya’nın askeri durumuna dair haberleri ve diğer taraf­tan Almanya politikasının propagandasını yapmakta olduğu şüphesi zi­hinleri ilk tırmalayan şeylerdi. Kadın halk nazarında bir casus görüne­rek aleyhindeki kin ve düşmanlık artıyordu. Bu suçlamalar yeterli de­ğilmiş gibi garip bir söylenti daha çıktı. Güya Prenses Henrie de Prusse yazdığı mektuplarla yetinmeyerek, kimliğini saklayarak gizlice İs­veç yoluyla bir iki defa Petersburg’a gitmiş ve kız kardeşiyle görüş­müş imiş; Rusya’da ayrı barış yapma sözleri ondan sonra ortaya çıka­rak Çar Nikola II. de aynı barışa inandırılmış imiş. Hattâ bu söylenti Fran­sa ve İngiltere’ye de yansıdığından soruşturulması hususunda özel me­mur gönderilmesine lüzum görülmüş ve Lord Milner’in Petersburg’a yaptığı bilinen görevi bu işin soruşturulması ile ilgili imiş. Bu söylenti­lerin ne dereceye kadar doğru olduğu kestirilemez ise de savaşın kızış­mış olan hayalleri heyecanlandırmaya fazlasıyla yetmiştir. Rahip Rasputin’in(9) esrarlı ölümünde bu durumun etkisi olduğu büyük bir ihti­maldi. Almanya imparatorunun Rusya çarına etki yaptığı yolunda ga­zete sütunlarında ara sıra görülen havadisler de bu söylentinin serpinti­leri olsa gerektir. M. Betmann Holweck’in(10) uzun nutuklarının birin­de bunu açıkça red ve inkâr etmeyi gerekli görmesi de dikkat çekicidir.

     Savaşın akışı uygun gitmiyordu. Romanya’yı (kendi taraflarında savaşa girmek için) kandıran devletler grubu (İtilâf Devletleri) siyaset adamları Romanyalılara Rusya’nın büyük yardımını kesin olarak vâdetmişlerdi. Halbuki sonuç umdukları gibi çıkmadı. Romanya durup durur­ken ülkesinin yansını istilacıların ayaklan altında ezdirdi. Rus ordularının uğradığı kayıplar ve ziyanlar ve cephane yokluğu zararı önlemek yo­lunu da kapatıyordu. Bütün bu haller kaynaşmayı artırmakta ve bir bü­yük bunalımın pek yakın olduğunu göstermekte idi.

    Çar ve özellikle karısı halkın gözünde kabahatli ve milletin şeref ve namusunu kayırmayarak ayrı barış yapmak lekesi ile sanık olduğun­dan kin ve garezle dolu olan halkın kalbinde bir kıvılcımla ateş alacak bir barut deposu halini aldığını gören hanedanın gerçek dostları elbet­te sarayı uyarmaya teşebbüs etmişlerdir. Hattâ geçenlerde gazeteler Grandük Nicola’nın gizli bir mektubunu yayınladılar. Bu uyarılar ne ya­zık ki kâr etmemiştir. Başa geçen bakanlar şikâyet konusu olan duru­mu yumuşatmaya ve halkoyunu yatıştırmayı başaramamışlardır. Hü­kümet ile Duma arasında uzayıp giden anlaşmazlıklara bakılırsa dev­let adamlarının Duma’ya önem vermemekte ve haklı isteklere değer vermemekte ısrar ve eski istibdat usulü ile işleri yürütmekte inat et­tikleri anlaşılıyor, çarın etrafında bulunanların gerçeği görenlere yar­dımcı ve istenilen reformlara taraftar olmadıkları görülüyor. Yoksa gü­venilir bir hükümet kurulup Duma’nın amacı belli olan fikrini okşaya­rak bu ihtilâl borasını atlatmak belki mümkün idi.

      Makalemizin ikinci kısmına giriyoruz. Medeniyetin gelişmesi mil­letlerde birtakım arzular doğurur. Yaratılışın amacı gelişme ve yüksel­medir. Bu amaca götüren Allah vergisi yeteneğin toplumda her zaman engellere uğradığı tarihin çeşitli devirlerinde görülür.

       Allah’ın hediyesi ve çalışma gücünün eseri olan bu yetenek, iler­leme ve tabii ihtiyaçların gelişmesine sonsuza kadar engel olmak müm­kün değildir, atılan engeller dikiş tutmaz. İnsanlık emel edindiği de­ğerli amaca ulaşmak için çırpınıp çabalamaktan geri durmaz. Sürekli gayreti ile mutlaka amacına kavuşur. Ancak çalışmanın ve kavuşma­nın ölçüsü bilgi ve anlayıştır. Milletin toplu hayat şartları şimdi nasıl­dır, gelecekte nasıl olmalıdır, bunları iyice anlamadıkça, zekâ ve bilgi ışığı önder olmadıkça ne kadar çalışsa etrafını ve geleceğini göremez. Çalışmaları da sonuç vermez. Ve bir de arzu edilen meyve olgunluğa erişmiş olmalıdır ki fayda sağlansın.

      Siyasi insan toplumlarında bu mevsimin geldiğini birtakım işa­retler haber verir. Bu işaretler, milletin amaçlarının hedefine varması için istediği haklarına bilgili ve gayretli bir şekilde ayaklanması ve bu­na karşı onu ezmek isteyen kuvvetin tükenmesi ve düşmesidir. İşte bu gayret ve direnmelerin doğurduğu çekişmeler çoğunlukla kan dökül­mesi ile karışıktır ki buna ihtilâl, daha doğru deyimle politik inkılâp adı verilir. İhtilâl ve inkılâp kelimeleri aynı anlamda kullanılmamalıdır. Ger­çi bu iki durum birbirine o kadar karışır ki ayırması gayet zor olur.

      İhtilâl bir sınıf halk tarafından özel çıkar ve garez sebebiyle meydana gelirse değişikliğe sebep olmaz. Vaktiyle bizdeki Yeniçeri ihtilâlleri gibi. İnkılâp ise milletin ve millet namına hareket eden akıllı liderlerin tabii haklarını elde etmek için düzenlenmiş ve hazırlanmış bir ayaklanması ve başarısı sonucunda görülür. Şu tarifimize göre Rusya’da şimdi orta­ya çıkan olayı bir inkılâp olarak saymak daha doğru olur(11).

    Rusya ihtilâli nereden çıktı? Milleti temsil eden Duma’dan çıktı. Eğer bir askeri birlikten veya herhangi parti ve gruptan çıkmış olsa idi etkisi sınırlı olurdu. Fakat Duma üyesinin önayak olması ve askeri birliklerin, siyasi partilerin ve diğer grupların onlara uyması inkılâba ciddi bir şekil vermiş ve yönetim usulünün ve eski politikanın birçok değişikliklere uğrayacağında şüphe ve tereddüde yer bırakmamıştır.

     Bu düzeltmelerin ve değişikliklerin muhtemel şekillerini gözden geçirelim. Rus milleti bugün beş sınıfa bölünmüştür. Birinci sınıf meş­rutiyetçiler. İkinci sınıf sosyalistlerdir ki milletin başında söz sahibi bun­lardır. Üçüncü sınıf olan ordu görevi gereği konuşmaktan alıkonulmuş­tur. Dördüncü sınıf olan çarlık taraftarları korkudan ağızları kapalı, be­şinci sınıf olan köylüler ki milletin yüzde doksanını oluştururlar. He­nüz şaşkın ve sonucu beklemektedir. Bugün konuşmaktan ve fikrini söylemekten yoksun olan sınıf liderleri söze başlar ve köylü de bilir bil­mez ortaya atılırsa gerçek ihtilâl o zaman bütün korkunçluğu ile hakim olarak her kafadan çıkan birbirini tutmayan seslerle ortalık bir curcu­na sahnesine döner. Bugün bu anlama gelen bir şey yoktur. Ama im­kânların her şeye müsait olduğunu ve yarının karanlık olup rüzgâr ca­dısının neler yumurtlayabileceğim hatırdan çıkarmamalıdır. Gün güne uymaz ve feleğin çarkı hep aynı yönde dönmez.

       İhtilâlin sebeplerinden ve sebep olanlarından bahsettiğimiz sıra­da eski hükümet sisteminin düzeltilmesine zaten şiddetle ihtiyaç du­yulmuş iken bu harbin ortaya çıkardığı türlü fenalıklar ve yenilginin meydana getirdiği acı tesirlerin de eklendiğini, kül altında ışıldamakta olan fitne kıvılcımını söndürmek mümkün iken çarın hükümeti hiçbir varlık ve ustalık eseri gösteremeyerek aksine onu körüklediğini yaz­mıştık. Beceriksiz körükçüler cezalarını ve kendilerine yaraşanı bula­rak birkaç gün içinde hapislere atıldılar ve efendileri (çar) yerinden atıl­mış ve sarayında tutuklanmış, taraftarları birer köşeye sinmiştir. Oni­ki kişiden oluşan bir geçici hükümet sorumluluğu üzerine alarak başa geçmiş, kendi içlerinden olmamak üzere bir bakanlar kurulu kurmuş, ordunun ve büyük şehirlerin uyum ve güvenini sağlamış; kurucu mec­lis toplanarak Rusya’ya beklediği hürriyet ve düzenin verileceğini vaad ve müttefikleriyle ilişkilerinin süreceğini ve işbirliği yaparak eskisi gibi savaşa devam edileceğini ilan etmiştir. Üyelerinin çoğunluğu ılım­lı meşrutiyetçi olduğundan bildirilerinde ve ilânlarında birbirine zıt hü­kümlerden çekinmeyi ve halkın kavuşacağı hürriyete ve savaşın şeref­li biteceğine dair ılımlı bir dil kullanmayı ve meşru hükümetin kurul­masına kadar idareyi elden bırakmayacak ise de meşru hükümet ku­rulduğu zaman sahibine vereceği hakkında dolaylı olarak açıkladığı gö­rülmektedir. İyi niyetinde ve tuttuğu yolda bugün şüphelenmeyi ve karşı koymayı gerektiren bir şey yoktur. Fakat amaçlarını kolaylıkla gerçek­leştirebilecek mi? Yukarıda saydığımız beş sınıf halk işe karışır üstün­lük iddiasına kalkarsa ne olabilir? Biraz da bu yönleri inceleyelim.

      Geçici hükümet Çar Nicola II.nın zorla istifasından sonra (15 Mart 1917) küçük kardeşi Grandük Mişel’e tahtı teklif etti. Grandük kabul etmedi ve özür olarak her şeyden önce kurucu meclisin toplanıp hükü­met şeklini tayin etmesi lüzumunu ileri sürdü. Bu nazik red şekli salta­nat geleneklerine uygun ve gayet doğru bir hareketti. Ve dolaylı ola­rak “siz kim oluyorsunuz ki bana saltanat teklif ediyorsunuz, bu yetki­yi kimden aldınız? Milletin meşru vekilleri toplansın, hükümet şekli ta­yin olunsun, bana onlar teklif etsinler. Eğer hükümet şeklini uygun gö­rürsem o vakit kabul ederim” azarlayıcı cevabı vardı. Dikkate değer önemli bir nokta da Romanofların(12) tanrısal haklarına karşılık millet hakimiyeti esasına bir çeşit uymasıdır(*).

     Bu itibarla geçici hükümetin ilk teşebbüsü sonuçsuz kaldı. Fakat müteşebbisler bundan müteessir olmadılar, mevki hırsı ile bir müddet daha tatlı hayallerini sürdürmeye iyi bir sebep buldular. İnsanlardan her şey beklenmez mi?

     Kurucu meclisin toplanmasına gelince, bütün zihinler ihtilâl ate­şi ile kızışmış ve savaş kaygısıyla meşgul ve dolu iken seçim yaptır­mak imkânsızdır. Seçimlerin halkın oyu ile yapılacağına göre sonuç belli değildir. Bunalım zamanında seçilecek mebuslar geçici hükümetin is­tediği ılımlı meşrutiyet taraftarlarından mı olacak, yoksa daha ileri uçtakiler mi galip gelecek?.. Burası da belli değildir. Savaş için harcan­ması gereken ortak çalışma kürsü münakaşalarıyla bozulmaz mı?

      İşte bu noktalar gerçekten düşünmeye değer olduğundan kurucu meclis seçiminin savaşın sonuna bırakılması zorunlu olmuştur. Demek oluyor ki bugünkü hükümetin esas amacı savaşın sonunu beklemek, o vakit kurucu meclisi toplayıp hükümet şeklini tayin ettirmek ve kendin­ce en elverişlisi olan ılımlı meşrutiyete kavuşmaktır. Kurucu meclisten beklediği karar çıkarsa grandüklerin milletçe en iyisi sayılan şahsa hü­kümetin bırakılması bu düşünce tarzının tabii bir sonucu olacaktır. Rus­ya için en hayırlı çözüm yolu budur. Yani ılımlı bir meşrutiyet esası üze­rine hazırlanmış bir anayasa ve bu anayasaya uygun hareket edecek bir imparatorluk hükümeti (çar yine Romanoflardan olmak üzere)dir.

         Sosyalistler galip geldikleri takdirde, çünkü bunlar bolşevik ve menşevik yani aşırı ve ılımlı adıyla programları farklı iki kısma bölün­müş olup hükümet şeklinin ya bolşeviklerin istedikleri gibi aşırı hürriyetlere(13) veya menşeviklerin gayeleri gibi ılımlı cumhuriyete dönü­şeceği basının verdiği haberlerden anlaşılıyor. Rusya’nın coğrafi duru­muna ve milliyetler ayrılığına göre en aşın hürriyet ve ne cumhuriyet ile idaresi, birliğinin ve düzeninin devamlılığı mümkün olamaz. Bilin­diği gibi sosyalistler çoğunlukla işçilerden meydana gelmiştir. Fabri­kalarda yağ ve demir kokuları içinde sabahtan akşama kadar çalışıp geçimi gündeliğine bağlı ve çalışamadığı günler için geçimi belirli ve gündeliğinin artması sınırlı olmakla beraber işçi başının veya fabrika­törün lütfuna bağlı olan bu sınıf halk, zenginlerin parasına karşı kıs­kançlık ve düşmanlık bakıştan kabarmış olduğundan bütün ümidini si­yasal ve sosyal büyük bir değişikliğe bağlamıştır. Yürürlükte olan ka­nunlar kara bulutlar gibi ümitsizliğini artırmaktadır. Bugünkü sistem tamamıyla bozulup yeni bir düzene girmedikçe durumunun düzelece­ğine inanmamaktadır. Koca bir ülkeyi, kültür düzeyi yeterli olmayan bir milleti, daha doğrusu cinsleri ve istekleri ayrı bir kavimler toplulu­ğunu cumhuriyetle veya ona yakın aşın hürriyetle bir birlik altında tut­mak zordur. Sosyalistlerin kazanması halinde kıskandıktan zenginle­rin mal ve mülküne el uzatmak ve bunları zorla ele geçirmek ve bolşe­viklerin komünizm nazariyelerini uygulamaya kalkışmak ihtimali de var­dır. Bu sebeple cumhuriyet usulünün uygulanması Rusya için tamamıyla zararlı olacağı inancındayız. Er geç sonucu bugünkü büyük saltanatın dağılması olur.

       Üçüncü sınıf olarak saydığımız ordu devletlerce yalnız uygula­ma aracı durumundadır. Onun kendi başına hükümet idaresine ve poli­tikaya karışması tehlikeli olur. Soylulara mensup ve sayılan az olan su­baylar hariç diğer subayların çoğunluğu eğitim görmüş, görevine ve yurduna bağlı onurlu kişilerden olup savaşın yorgunluğu ve eski idare­nin haksızlıkları ile bezgin hale gelmiş ve aslında reformlara taraftar olsalar bile her ordu gibi yürekleri vatan sevgisi ile dolu olduğundan halkın yararını nerede görürlerse oraya katılmaları tabiidir. İçlerinde bazı sivri akıllılar ve gericiler bulunabilir. Fakat hepsinin geçici hükü­metin görüşüne katılması kuvvetle ümit edilebilir. Ama erler özellikle denizciler ihtilâlin ilk günlerinde subaylarını dinlemeyerek ve sosya­listlerin kışkırtmalarına uyarak Petersburg içinde sağa sola pervasızca silah atarak, öldürmeye, yakıp yıkmaya ve sarhoş haytalıklara koyul­duklarından bu şartlar altında ordunun düzenli hale dönüşmesi şüphelidir.

   İhsanlara ve nimetlere boğulmuş olan müstebit çarlık taraftarla­rının fanatik bir hareket yapmaya artık güçleri yetmeyeceği anlaşılı­yor. Bundan sonra geçmişi anmakla vakit geçirsinler, çünkü kımılda­dıkça başlan ezileceği muhakkaktır. Ancak gelecek hükümetler hata yaparlar da onlara ışık tutmaya yönelirlerse fanatiklerin harekete geç­mesi uzak değildir. Fakat bu hareket, ölüm çırpınması gibi olacaktır. İstibdadın modası geçmiştir.

      Milletin büyük çoğunluğunu oluşturan köylülerin de dernekler kurmaya ve isteklerini duyurmaya başladıkları haber alınıyor. Siyasi işlere kayıtsız olan bunların istekleri olsa olsa vergilerin azaltılmasın­dan ve genel güvenliğin yaygınlaşması ve sağlanmasından ve büyük çiftliklerin küçük parçalara bölünerek kendilerine dağıtılması ve satıl­masından ibaret kalır. Onlar için hükümet şekli münakaşaya değer me­selelerden değildir. Değerlendirme güçleri olmadığından fikirleriyle de iş görülemez. Ve bir de tarımla uğraşmaları dolayısıyla her zaman dua elleri Allah’a açık olup yağmuru, güneşi ve bereketi ondan beklerler, inançları ve kadere imanları sağlamdır. Sosyalizm fikirleri onlara bu­laşmamıştır. Sosyalistler papazları dünya gözüyle görmek istemezler­se de tarımla uğraşanlar onların en yakın topluluğudur. Uzaktan kili­selerin çanı çalınınca yerlere kapandıklarını görenler pek çoktur. Aca­ba bugün çarın başına gelen felaketleri duyup da resmi önünde haç çıkaran(14) kadın erkek köylüler az mıdır? Kutsal çan eza ve cefada Hz. İsa’ya benzeterek kalplerini heyecanlandıran ve gözlerinden yaş akıtan papazlar köylerden büsbütün uzaklaşmış mıdır? Bu soruların ce­vabı olumsuzdur. Şu da var ki doğruyu görme yetenekleri az olduğun­dan her çeşit propaganda, duygularına uygun olmak şartıyla, onlarda sonuç verecek yer bulabilir. Tath ve okşayıcı sözlerle fikir değiştirivermeleri örnekleriyle sabittir.

  Bugünkü savaşta vücutları ve mallarıyla en büyük fedakârlık ken­dilerine yüklenmiş olduğundan savaşın devamından onların da bıktıkla­rından şüphe edilemezse de değerleri miktarlarından az olması bakımın­dan bugün işleyen siyasi çarkta bir anlamda önem taşımazlar. Yalnız eko­nomik olan isteklerinin de ürkütücü söz vermelerle geçiştirilmesi zor olmaz.

     Özetlersek ihtilâlin yönü ve akışı ılımlı bir meşrutiyete doğru ol­duğu görülmektedir. Atılacak temelin sağlam olması sâkin, rahat ve etraflı düşünülerek yerleştirilmesine bağlıdır.

     Bugün sözünü yürüten geçici hükümete, ılımlı meşrutiyetçilere rakip büyük bir kuvvet vardır. O da bolşeviklerdir. Bilindiği gibi ihti­lâller fırtınalar gibi ortalığı dalgalandırır. Dalgalar arasında o zamana kadar bilinmeyen şeyler ortaya çıkar. Kargaşalık devirlerinde hakimi­yet olgun ve tedbirli hareket etmek isteyen akıllı ve etraflı düşünenle­rin elinde kalmaz. İleri fırlayan atılganlara geçer. Rusya ihtilâli henüz kesin sonuca ulaşmamıştır, âdi adımla yürümektedir. İşçi sınıfı adına kongrelerde, komitelerde, sovyetlerde nutuk atan başkanları ateşli ko­nuşmaları halkın ayaklanmasını şiddetlendirerek uyanacak hırslar ye­ni fırtınalar doğurabilir. Gerçi durumun gidişi uzaktan bize zararsız gi­bi görünüyor. Ama bu sessizlik ve durgunluk gerçek midir? Her an kar­gaşalık fırtınasının tazelenmesine engel yok mudur? İşçi sınıfının Kadelere yani ılımlı meşrutiyetçiler üzerinde zafer kazanması ihtimali gi­derilmiş midir? Bunları yakından gözlemeye ve hüküm vermeye duru­mumuz ve bilgimiz yetersiz ve uygun değildir. Geçici hükümetin duru­ma hakim olmaya ve sözünü yürütmeye gücü yeteceğine inanmakta isek de diyebiliriz ki temelinden sarsılan bir binanın iki tarafa yıkılması muh­temel ve bir yangının havanın değişmesiyle yön değiştirdiği görüldü­ğünden zafer şahidinin yukarıda sözü edilen beş sınıftan İkincisine (sos­yalistler) güler yüz göstermemesine ve hattâ gerideki üçüncü sınıfın da günden güne başoyuncu olarak ortaya atılmamasına kesin hüküm verilemez, ihtilâl her ihtimale kaynak olabilir. Fitne anası kamındaki yavrulan gizli gizli büyütür de bir anda kapar koyuverir.

    Geçici hükümet yerini, şeriata ve kanuna uygunluğunu korumak için kanunlara göre hareket etmesi gerektiğinden rakiplerini ve düş­manlarını uzaklaştırmak ve bastırmak hususunda kanun yolundan sap­mamaya mecburdur. Suyun bulanmasından dolayı dipten yüze çıkan taşkınlara söz dinletmek hayallerin delisi olan sosyalizm sevdalılarını ve hürriyet delilerini susturmak kanun yoluyla mümkün olamaz. Esa­sen ihtilâl karışıklığında kanunları olduğu gibi uygulatmak boş şeyle uğraşmak gibi olacağından azgınların disiplin altına alınması ve zincir­lerini kırıp boşanan hırslarının idaresi pek güçtür. Ancak zor kullanıl­mış olsun. İstibdadı yok etmeyi görev edinen bir heyet kendisi şiddete dönüşürse şahsı ve mevkii ile oynamış olmaz mı? İnandığı yolda kesin bir çelişkiye düşmez mi? Hem zorlama gücünü nerede bulacak?

    Bir de on iki başlı bu hükümet on ay sonraya ertelenmesi bildiri­len kurucu meclisin toplanmasına kadar fikirlerin ve görüşlerin birliği­ni koruması ve üyeleri arasında ayrılık ve anlaşmazlık çıkmaması kuş­kulanılacak hususlardır. Kesin bir duruma geçmeye ve bütün sınıfla­rın güven ve inanını, bütün güçleri ve fikirleri etrafında toplamaya gü­cü yeterse Rusya’ya değerli hizmetler yapmış olacaktır.

    Bu son görüşlerimiz bir varsayım içinde kalabilir. Birkaç kere tekrar ettiğimiz gibi durumun değişeceğine delil olabilecek belirli bir işaret yoktur. Eğer ileri sürdüğümüz bu görüşler gerçekleşir ve hükü­met etme gücü sosyalist cumhuriyet veya aşırı hürriyet taraftarlarına geçerse iki halden birine göre yukarıda söylediğimiz görüş sonuçları gerçekleşeceğinden devlet karanlık bir geleceğe düşecektir. Gericile­rin başkaldırıp muvaffak olması ve ordunun işe karışması düşünüleme­yeceği gibi tarımla uğraşanların da birleşmesine ihtimal verilmez, bu sınıfı, bir dereceye kadar, isteklerini yerine getirmekle memnun etmek mümkün ve kolaydır.

    Sonuç olarak bugünkü mücadele ne şekilde biterse bitsin ihtilâl bir sarsıntıdır. Devlet binası sarsılmış ve sakin su bulanmıştır.

     Bunalımlı bir savaş felaketi içinde birbirine zıt eğilimleri ve he­vesleri uyandırıp bütünleşmesi gereken halkoyunu çeşitli yönlere sü­rükleyici bir de siyasi münakaşa derdi çıkarılması Rusya için zararlı­dır. Zararın hafifletilmesine devlet adamları, büyük bilginler, askerin ileri gelenleri, milletin onurlu kişileri memleketleri için, İngiliz ve Fransızlar menfaatleri gereği elbirliği etseler de alt üst edici fırtınanın ye­rinden oynattığı devlet gücünü yerine koymak zordur, savaşa az çok esir edecektir. Amma bu tesirin derecesini tahmin etmek ihtilâl olayı­nı yakından görmeyi gerektirdiğinden bilmeden büyütüp de birtakım hayallere kapılmak doğru olamaz.

      Bu ihtilâlin savaşa az veya çok etkileyeceği tanıklığa yer bırak­mamakla beraber asıl beklenilen duruma yani barışın çabuklaştırılma­sına yardım edecek mi? Asıl can alacak nokta budur. İhtilâlden doğan geçici hükümet milletin bütün sınıflarının tam desteğini görmedikçe ken­dini barış yapmaya yetkili saymasını ümit etmeyiz. Genel isteğe bak­madan ve milletin oyunu öğrenmeden böyle büyük bir işe kalkmak bu­günkü akıllı hükümetten beklenemez. Hattâ kendilerini her türlü baskı­dan uzak sayan aşırıların bile kendi başlarına barış görüşmelerine gi­rişmeleri uzak görülür. Barış herkes tarafından arzu edilmekte, sava­şıp devamı usanç bıkkınlığı artırmaktadır. Fakat barış görüşmelerini açmaya kim ve nasıl teşebbüs edecek? Diyelim ki şartlar kararlaştırıl­sa kabul ve imza etmek için gereken yetki nereden verilecek? Bugün­kü Duma meclisi milletin vekâletini taşıması bakımından sorumluluğu yüklenmedikçe veya başka şekilde kanuni yol bulunmadıkça barışın ace­le yapılması düşünülemez. Times (Tayms Gazetesi) bir makalesinde di­yordu ki (Bugün Rusya’da gerçekten hükümet eden bir kurul yoktur. Rusya’yı idare eden kurulların da gerçek güç ve kuvvetleri yoktur. Birbiriyle çarpışan siyasi partiler, içlerinden hangisi gerçekten halkın ço­ğunluğuna dayanabileceğini bilmiyor. Hiçbir parti kendine güvenemediği için kesin bir istek veya teşebbüste bulunamıyor).

    Barış şartlarının esası ne olacağı resmi bildirilerden ve kongrele­rin kararlarından çıkarılabiliyor. Sosyalizm ülküsü milletleri kardeş say­mak, her milletin tam bir serbestlikle gelişmesinde haklı olmak, başka ülkeleri istilâ etmeyi bir çeşit zorla alma kabul etmek prensipleriyle özet­lenebileceğinden teklif edilecek şartlarda toprak almak ve vermek gibi şeyler bulunmamak gerekiyor. Yeni esaslar üzerine kurulmuş olan ge­çici hükümet de açıklamalarında bu prensipleri okşamıştır. Dışişleri ba­kanı Miliyokof müttefik ve tarafsız devletlere yaptığı genel bildirisin­de savaş ve savaş sonucu konusunda Rusya’da hiçbir şey değişmediği­ni ve zaferin sonuna kadar mücadeleye eskisi gibi devam edileceği gibi İstanbul ve diğer Osmanlı ülkeleri hakkında eski isteklerinden vazgeçilmediğini ilan etmiş ise de resmi dil gereği olan bu sözlerin milletin düşüncesinde kuvvetli yankılar bulacağı şüphelidir. Bu sebeple yeni esaslara dayanan yeni usûl bir hükümetin toprak alıp vermeye razı olması ve toprak alma davâsını ileri sürmesi durumuna uygun düşmez, Özetle basında sık sık dolaşan barış sözlerinin gerçeğe dönüşmüş olm­ası arzu edilir olmakla beraber henüz Rusya’da sorumlu yetkililer görülmemektedir. Bakalım gelecek günler ne gösterecek(15).

 

     * Grandük Mişel ahbaplarından Prenses Olga Ponyatin’in konağında konuk imiş. Adı geçen tarafından sonradan “Revue de Deux Monde” adındaki meşhur süreli der­ginin 1 Kasım 1923 günlü sayısında yazılan makalede işin iç yüzü başka türlü göste­riliyor. Merak edenlere o makaleyi okumalarını tavsiye ederim.

 

 

 

AÇIKLAMALAR

1 — 1815 yılında toplanan Viyana Kongresinde Avusturya başvekili Prens Meternich’in teklifi ile memleketlerinde hükümdarlara karşı çıkabilecek halk ha­reketlerini önlemek amacıyla bir çeşit hükümdarlar sigortası diyebileceğimiz Kutsal İttifak kuruldu. Bu ittifak Avrupa’nın neresinde bir halk hareketi mey­dana gelirse onu elbirliği ile önlemeyi amaç edinmişti. Bu ittifak 1830yılına kadar sürmüştür.

2— Serf usulü ile Feodal sistem anlatılmak istenmiştir. Serf, feodal sistem usu­lünde Suzeren denilen hakim sınıfın sahip olduğu topraklarda yaşayan ve her şeyi ile senyörün (efendinin) olan halk için kullanılan bir deyimdir. Bu sisteme Servaj adı da verilir. Çar Aleksandr II. 1861 ’de çıkardığı bir emirname ile serf siste­mi kaldırmış ise de Rusya’da uygulama değişmemiştir.

3— Çar Aleksandr II. Rusya ’da birçok sosyal reformlar yapmasını rağmen Nih­listlerin saldırılarından kurtulamamış 1881 ’de yapılan bir suikast sonunda öldürülmüştür.

4— XVIII. yüzyıl sonlarında Lehistan’ın (Polonya) paylaşılmasında ülkenin en geniş kısmını ele geçiren Ruslara karşı Polonyalıların zaman zaman ayaklan­dıkları olurdu. Bu ayaklanmalar Rus ordularının şiddetli baskısı ile önlenir­di. 1848 ayaklanması bunların en önemlilerinden birisidir.

5— Prens Bismarck Almanya başbakanı olup Alman milli birliğinin kurulma­sında başrolü oynamış ve 1871’de Alman İmparatorluğu’nu ilan etmiş bü­yük bir politikacıdır. Avrupa’da Almanya için tehlikeli olabilecek bir gücün meydana gelmesini önlemeye çalışmıştır. İlk zamanlarında Osmanlı İmpara­torluğu ve dolayısıyla Doğu Meselesi ile hiç ilgilenmemiş ve Osmanlı İmpara­torluğu’nun kendisi için Pomeranyalı bir erin kemikleri kadar önemi olmadı­ğını söylemiştir. Bu sebeple Alman İmparatoru Wilhelm ’in İstanbul’a gitme­sine de engel olmak istemişse de 1889’da imparator, padişah Abdülhamid Hin konuğu olarak İstanbul’a gelmiştir. Bu olay Türk-Alman yakınlığının baş­langıcı olmuştur.

6— Duma, krallıkla idare edilen birçok Avrupa memleketlerinde bulunan genel mec­lisin Rusya’daki adıdır. Hemen hiçbir fonksiyonu olmayan bu meclis Rus aris­tokratlarından meydana geniş ve hükümdar istediği zaman toplanırdı.

7 — 1871 ‘de Alman İmparatorluğunun ilanından sonra Avrupa ’da, Almanya 'ya karşı bir güç dengesi kurulması amacı ile Fransa ve İngiltere “Entende Cordial" denilen ikili birliği kurdular. Buna 1905’te Uzakdoğu’da Japonlara yenilen Rusya da katılarak Üçlü İtilâf grubu meydana geldi. Buna karşılık Almanya da Avusturya ve İtalya ile Üçlü İttifak grubunu kurdu. İki grubun savaş ha­zırlıkları 1914 yılında Avusturya veliahdının Bosna şehrinde bir Sırplı tara­fından öldürülmesi ile I. Dünya Savaşı başlamış oldu. 27 Haziran 1914.

8— Hess-Darmstad Hanedanı Almanya’daki Hohenzolern, Saksonya ve benzeri büyük hükümdar ailelerinden birisidir.

9— Rasputin, Petersburg’taki Rus çarlarının sarayında özellikle çariçe ve çarın büyük sevgi ve takdirinin kazanmış basit bir rahip olup her ikisi üzerindeki bu büyük etkisi dolasıyla Rus sarayında sözü en çok geçen birisi olmuştu. Ya­şadığı iğrenç hayat tarzı halk arasında büyük bir tepki yaratmıştı. Rus asille­rinden bir prens tarafından gizlice öldürülmüştür. Rasputin’in Almanlar he­sabına casusluk yaptığı halk arasında söylenti halinde yayılmıştı. Anlaşıla­mayan ölümünde bu söylentinin de rolü olduğu ileri sürülmüştü.

10— Betmann Hohueck o sırada Alman şansölyesi bulunuyordu.

11— İhtilâl ve inkılâp kelimeleri bugün dilimizde hiçbir anlamı ve dilbilgisi bakı­mından da doğru olmayan devrim kelimesi ile ifade edilmektedir. Dili sade­leştirme onu kelime bakımından fakirleştirme olmadığına göre bugünkü dil kargaşalığına bir son verilmesi bir kere daha ortaya çıkmaktadır. İhtilâl ile inkılâp kelime anlamlarıyla aynı manalar ifade ederler. İhtilâl bozulmak, in­kılâp ise değişmek demektir. Ancak her iki kelime de siyasi terminolojide aynı anlamlar taşır. Siyasi anlamda ihtilâl Fransızca Revolution karşılığı olup bir devletin siyası teşkilâtını, kanuni gereklere uymadan, değiştirmek için güç ve kuvvet kullanarak yapılan geniş çaptaki halk hareketleri demektir. İnkılâp ise devlet eli ile memleketin sosyal hayatının ve kurumlarının dengeli ve ölçülü usullerle köklü bir şekilde yenileştirilmesi demektir. Yazarın ihtilâlin tanım­lanması hakkındaki açıklaması gerçeği uygun ise de inkılâp için yaptığı ta­nımlama gerçeği tam yansıtmadığı kadar Rusya’daki durum hakkında da doğru değildir. Çünkü 1917yılının 18 Nisanında Rus ihtilâli henüz tamamlanma­mış ve kesin şeklini almamıştı. Yazar makaleyi yazdığı 18 Nisan günündeki olayları değerlendirmiştir.

12— Romanof sülalesi Rusya’da 1612’de Rurik sülalesinin yerine geçen ve 1917 yılına kadar Rusya'yı idare eden çarlık ailesidir. Son çar bilindiği gibi Nicola II. olup 1918 yılında bolşevikler tarafından bütün ailesi ile beraber sürüldüğü Sibirya’da öldürülmüştür.

13— Yazar burada bolşevizmi o günkü tutumu ile dikkate alarak böyle söylemekte­dir. Çünkü o zamana kadar dünyada komünist idare hiçbir yerde kurulmadığından bunların ileri sürdükleri hürriyet sloganlarına göre hüküm vermekte­dir. O sırada batının bazı ünlü yazarları mesela Andrte Gide ve benzerleri de böyle düşünerek komünizmi övmüşlerdi. Gerçek durumu gördükten sonra çoğu fikir değiştirmişlerdir.

14 — Bütün Hıristiyanlarda olduğu gibi Ortodoks Ruslar da dua esnasında Hıristi­yan azizleri önünde diz çökerek bizim haç dediğimiz istavruz çıkanlar. Fana­tik Rus köylüleri için çar aziz (kutsal) sayıldığından onun önünde de haç çıkarırlardı.

15 — Yazarın henüz Rus ihtilâlinin başlangıcında olayların tam gelişmediği ve ra­yına oturmadığı bir sırada yazdığı bu makale Rusya’nın geleceğine ait birta­kım tahmin ve faraziyeleri kapsamakta olduğundan gerçekleri tam olarak yan­sıtmamaktadır. Bununla beraber geleceğe ait ileri sürülen tahminlerde bü­yük bir isabet bulunduğu da açıkça görülmektedir. Makalenin yazılmasından sonra Rusya’da olayların gelişmesi kısaca şöyledir: Ekim 1917 ihtilâlinden sonra Kerenski’nin kurduğu geçici hükümet komünistler tarafından devrile­rek Lenin başkanlığında bir “Halk Komiserleri Meclisi’’ adıyla komünist pro­letarya diktatörlüğü kurulmuştu. Bu yeni rejim Kızıl Ordu ’ya dayanıyordu. Bu ordu ile komünistler sosyal demokrat bir hükümet kurmak isteyen beyaz Rusları (Menşevikler) yenmişler, 3 Mart 1918’de Almanlarla Brest Litovsk barışını yaparak savaştan çekilmişlerdir. Ayni senenin temmuzunda da Sibir­ya’ya sürülmüş olan çar ailesinin hepsini öldürmüşlerdir.

Konunun pdfsini buradan indirebilirsiniz.

 Kaynak: Abdurrahman Şeref Efendi, Tarih Musahabeleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985, Ankara. S.309-324.

  
838 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi59
Bugün Toplam628
Toplam Ziyaret1118870
Saat