Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü-E Harfi Önceki harflerle ilgili deyimlere ulaşmak için tıklayınız. EBCED HESABI- Hâdiselerin vukuu (meydana gelme) zamanının tespiti için harflere izafe olunan kemmiyete (sayıya) denilir. Yahut diğer bir tarif ile bir hâdiseyi tevrih (Yazılan bir şeye târih atma, târihleme) için kullanılan ve rakamları harften ibaret olan bir hesaptır. Buna “hesab-ı cümel” de denilir. EBRU- Kendine mahsus levazımıyla boyanmış olan bir nevi kâğıtlara verilen addır. Ebru, su sathında yüzer vaziyette bulunan toz boyalara kâğıt tatbik olunmak suretiyle yapılır. «Ebr» in lûğat mânası «bulut» olduğu, ebrulu kâğıtların da bulutu andırmakta bulunduğu nazar-ı dikkate alınırsa Türkçe mukabilinin «bulutlu kâğıt» demek olduğu anlaşılır. Ebrulu kâğıt imalinde kullanılan renkler mütenevvidir. Bu kâğıtlar levhalarda süs yerine kullanıldığı gibi kitap ciltlerinde de istimal olunur. EFENDİ- Okuyup yazması olanlara unvan olarak verilen bir tâbirdir. Sahip, seyyit, çelebi, hoca, molla, okumuş mânalarında kullanılırdı. DİLLE-İ ERBAA- Fıkıh ilminin dayandığı dört delil hakkında kullanılır bir tâbirdir. «Edille-i asliye», «edille-i şer'iye» de denilen bu dört delil şunlardır: Kitap, sünnet, icma-ı ümmet, kıyas-1 fukaha. Bu dört delilden kitap ile sünnete asliye, kitap, sünnet ve icmaa da «usul-u mutlaka» denir. Kıyas bir cihetten asi olup evvelki üç delile nazaran fer'i dir ve bunlardan çıkarılan illete dayanır. EHL-İ HÎBRE- Bir madde, bir şey hakkında hususi ve etraflı malûmatı olanlar hakkında kullanılır bir tâbirdir. Bu makamda «ehl-i vukuf» tâbiri de kullanılırdı. Şimdi bunun yerine «bilirkişi» kullanılmaktadır. EHL-Î HİREF- Sanat sahibi esnaf demektir. Hiref; rızka, geçinmeye yarayan sanat, amel, kâr mânasına gelen Arapça hirfet’in cem’idir. EHL-İ ÖRF- İdare memurları hakkında kullanılır bir tâbirdir. Bu tâbir daha ziyade ihtisap ağası gibi kanundan fazla İdarî tedbirlerle iş gören ve halkın levazım ve ihtiyacatıyla en çok alâkadar olanlarına verilmekte idi. EHL-I SALİP- Kudüs'ü İslamların elinden almak ve Müslümanların kuvvet ve satvetine halel getirmek fikir ve maksadıyla papaların himayesinde olarak bir kısım Avrupa hükümdarlarıyla derebeylerinin kumandaları altında toplanan ve takım takım İslâm memleketlerine hücum etmiş olan mutaassıp Hıristiyan güruhuna verilen unvandır. Türkçesi haçlı seferleri yahut haçlılar muharebeleridir. Elbiselerine kırmızı haç dikmeleri, salibi hilâle galebe ettirmek fikrini gütmeleri bu adın verilmesine sebep olmuştur. EHL-İ SÜNNET- Hazret-İ Muhammed’den gerek amel (işleme) gerek hadis (söyleme) yollarıyla sabit olan sünnetleri yerine getirenler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Buna muhalif olanlara «ehl-i bid’at» denir. Ehl-i sunnet’in mebnası kitap ve sünnete, daima kitap ve sünnete muvafık olan akla uymak, ehi-i bid’atin mebnası ise Resul ü Ekrem’in getirdiği ahkâmı kendi rey ve hevalarına göre tebdil ve tahrif etmektir. EKSARH- Rumların baş papazlarının unvanı olan «Patrik» a mukabil Bulgarların baş papazları hakkında kullanılır bir tâbirdir. Osmanlılar İstanbul'u zabtettikleri zaman muhtelif milletlerin ruhanî reislerini ibka ettikleri gibi o sırada münhal olan Rum Patrikliğine münasibinin intihabına (seçilmesine) da müsaade ettiler. ELKAB’I RESMİYE- Devletçe verilen rütbelerin derecesine göre tâyin olunan unvan hakkında kullanılır bir tâbirdir. Devletçe resmî elkap usulü 1263 (1846) senesinde kabul olunmuştur. Ondan evvel bu hususta muttarit bir kaide yoktu. Herkes istediği elkabı kullanırdı ELVÎYE-Î SELÂSE- Kara, Ardahan, Artivin livaları hakkında kullanılır bir tâbirdir. Liva Sancak demektir. ELVİYE-İ SULTANİ- Saltanat bayrağı manasına gelen bir tâbirdir. Arabça elviye sancak demek olan livanın cemidir. EMANAT-I MUKADDESE- Topkapı Sarayında mukaddes tanılan birtakım zevata ait olarak muhafaza edilen eşya hakkında kullanılır bir tabirdir. Mukaddes emanetler arasında şunlar vardır: Hırka-i saadet (Hazret-i Peygamberin hırkası), Peygamberin bir dişi, Peygamberin ayak nişanesini belirten bir taş, Peygamberin iki na’lini, Peygamberin bir seccadesi, Ebubekr’in seccadesi, Livay-ı şerif-i nebevi (Peygamberin bayrağı), Peygamberin bir yayı (Ok yayı), iki asa (biri Şuayp Peygamberin), Nuh'un tenceresi, İbrahim'in kazanı, Yusuf'un gömleği, Davud’un kılıcı, İmam Hüseyin'in gömleği, Hazret-i Hatice'nin gömleği, Cihar-ı yara ait imameler, teşbihler, kılıçlar, Aşere-i mübeşşereye ait altı tane kılıç, Cafer-i Tayyar’ın kılıcı, Halit ibn-i Zeyd’in kılıcı, Muaz ibn-i Cebel’in kılıcı, Şercil ibn-i Hasan'ın kılıcı, Talha'nın kılıcı, İmameyne ait iki bayrak, Veyselkarani'nin tacı, Halife Osman'ın elyazısıyla Kuran, İmam Ali'nin elyazısıyla Kur an, Zeyneiabidin’in elyazısıyla Kur'an, Kâbenin anahtarı, Altın oluk, Bab-ut-tövbe'nin kanatları, İbrahim'in makamının gümüş kapağı, bir parça toprak, Peygamber'in gasil suyu. EMEKTAR- Emekli mânasına gelir bir tâbirdir. Yeniçerilerin kıdemlileri hakkında kullanıldığı gibi halk arasında da maiyeti halkının eskileri hakkında istimal olunurdu. Yeniçeri ocağında emektarların ayrıca koğuşu vardı. EMEKTAR KOĞUŞU- Yeniçerilerin kıdemlilerine mahsus koğuş hakkında kullanılır bir tâbirdir. Bu koğuş ağa kapısı dairesinde idi. EMİN- Muhtelif hizmetlerde kullanılmış olan memurlara verilen unvandır. Saray hizmetlerinde dört emin vardı: Matbah-i Amire emini; Şehremini, arpaemini, darphaneemini. Şehremini sonradan İstanbul Belediye reisliğine unvan ittihaz edilmiştir. Yeniçeri ocağında Emin unvanlı bir memur bulunduğu gibi muvakkat işler için de bu namla adamlar istihdam olunurdu. Eskimiş olmalarından dolayı satılmaları lazım gelen otakları satmak için ulufeciler arasından otakcı ismiyle seçilen üç ihtiyardan birine emin unvanı verilirdi. Yapılan binaların hesaplarını tutanlara da Binaemini denilirdi. Mutemet demektir. Son zamanlarda Defter-i Hakani Emini. Rüsumat Emini unvanlı memurlar vardı. Arabçada Emin güvenilir manasına gelir. «Kamus-u EMİR-İ ALEM- Eyalet sancaklarını muhafaza eden zabitin unvanı idi. “Mir-i alem” de denilirdi. Pek ehemmiyetli bir mansıb olup teşrifatça mevkii yeniçeri ağasından sonra gelirdi, önünde mansıbına alâmet olmak üzere bir parçası yeşil, öteki parçası beyaz renkte bayrak (flama) götürülürdü. Sancak beyliklerinden biri münhal olduğu zaman kayıtlarını tetkik eder, sancağın mensup bulunduğu eyaletin paşasını haberdar eyledikten sonra onun inhası üzerine yeni sancakbeyi tayin edilirdi. Yeni sancakbeyine sancağını o götürür, mutat veçhile kendisini tahlif ettirdikten sonra mansıbının alâmeti olan sancağı kendi eliyle beye verirdi. Beyin kendisine münasip hediye vermesi de usuldendi. EMİR-İ MEKKE- Peygamber sülâlesinden seçilip Mekke’ de oturan ve selâhiyetli bulunduğu işlerle meşgul olan zata verilen unvandır. EMNİYE RESMÎ- Osmanlılar zamanında (Yemen) de alınan resimlerden (vergi) birinin adıdır. Tereke hasılatı demekti. Beyt-ül-mal talimatı mucibince yazıldıklarından itibaren beş sene geçen terekelerin esmanı hâzineye gönderilir, ve hâzineye «müteferrika» namıyla hasılat yazılırdı. ENDAZE- Metrenin uzunluk ölçütü olarak kabulüne kadar arşın ile birlikte kullanılan ölçülerden birinin adıdır. Birbirine bitişik dört parmağın genişliğinde dört kabzadan ibarettir. Metre hesabıyla 60 santim idi. «Kamus-u Osmani» de bunun için şu izahat vardır: «Bildiğimiz ölçü. 60 santimetredir. Aslını hendese, yahut hendize zan edenler bulunmuş ise de doğrusu «endahten» masdarından müştak «endaz» ın sonuna hasır edatı olan bir hanın ilâvesiyle bir nevi küçük arşına itlak kılındığı vaki tetkikattan anlaşılmıştır. ENDAZEYE GELMEK- Hesaba uyar, makul, akıl yatar, zihin kabul eder yerinde kullanılır bir tâbirdir. ENDERUN- Saray, mabeyn karşılığı olarak kullanılır bir tâbirdir. Devletin idaresine memur olanlara da, bunun mukabili omak üzere «Bîrun» denilirdi. Farsça olan bu iki tâbirden enderun iç, birun da dış demektir. Yalnız olarak enderun denildiği gibi “Enderun-ı hümayun” suretinde de kullanılırdı. Osmanlı devletinin teşekkülü sıralarında devlet işleri pek basit ve ibtidai vasıtalarla görülüyordu. Orhan ve oğlu Murat taraflarından yapılan teşkilât ile askerlik bir nisam ve intizam peyda etti. Memleket büyümeğe başladığı için yavaş yavaş saray teşkilâtı da yapılmağa başlandı. Asıl saray Yıldırım ve daha sonra ikinci Murat tarafından kurulmuş, debdebe ve daratı ise Fatih tesis eylemiştir. İstanbul'u aldıktan sonra bir İmparator hayatı yaşamak ve yaşatmak isteyen Fatih ilkin şimdiki Üniversitenin bulunduğu yerde bir saray yaptırdı. Müteakiben Topkapı sarayım kurdurdu. Dört tarafı duvar ile çevrilmiş olan bu saray değirmenleriyle, fırınlarıyla, bostanlarıyla silâh depolarıyla ahırlarıyla, koğuşlarıyla, mescitleriyle âdeta bir kasaba idi. Matbahlarında günde yirmi bin kişiye yemek dağıtılıyordu. ENDERUN MEKTEBİ- Sarayda kurulup mevcudiyeti beş asır devam eden mektebin adı idi. ERKÂN- I HARB- Ordunun harb faaliyetini hazırlayıp icraya, fen işlerini ifaya memur ümera ve zâbitan hakkında kullanılır bir tâbirdir, Erkân-ı harb sınıfına ayrılabilmek için Harbiye’deki tahsilin parlak bir suretle yapılması ve muayyen olan had dâhilinde çıkılmış olması lâzım gelirdi. O hadden sonra gelenlerin bir kısmı «mümtaz» namını alırlar, diğerleri ise sıra zâbiti olarak orduya iltihak ederlerdi. Erkân-ı harbliğe ayrılanlar ayrıca erkân-ı harbiye tahsili görürlerdi. Bu tahsilde de muvaffak olanlar erkân-ı harb olurlardı. ESAME- Yeniçerilerin kaydı, ulûfe defteri mânasına olarak kullanılan bir tâbirdir. Arapça (Esami) den bozmadır. (Siyakat) denilen yazı ile yazılan bu defter uzunlama ikişer sahifelik bir takım tabakalardan ibaret idi. Bir sahifede 110 esami yazılırdı. Yalnız sekbanların defterinde sahifelerin aldığı kadar isim yazmak caizdi. ESAME DEFTERÎ- Yeniçeri ocağı efradının isim ve ulûfelerinin yazılı bulunduğu defter hakkında kullanılır bir tâbirdir. Yeniçeri kâtibi tarafından yazılıp verilen bu defter üzerine yoklama yapılırdı. Bu defterde yazılı olanlara «sahih-ul-esami» denilirdi. ESAME KÂĞIDI- «Kütük» dahi denilen «esame» den künyeleriyle istihkaklarını muhtevi yeniçeri ocağı efradına verilen kâğıdın adı idi. ESATİR- Masal ve efsane kabilinden rivayet ve hikâyeler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Arapça olan bu kelimeyi «usture'nin cem'i -isim - masallar, hikâyeler, efsaneler, hurafeler; eski zamanların İlâhlarına ve kahramanlarına mütaallik hayalî rivayetler suretinde izah edilir. ESHAM- Üçüncü Sultan Mustafa zamanında çıkarılan istikraz kuponları hakkında kullanılır bir tâbirdir. Arapça bir kelime olan esham, sehim’in cem’idir. Sehim; kısım, hisse; ok mânalarına gelir. Bu esham senevi beşer kese faizi idi. Karşılığı da İstanbul Gümrüğü ile diğer sağlam varidattı. Bunların sekizer, onar seneliği defaten taliplerine veyahut hükümetten alacaklı bulunan bazı bina eminlerine verilmişti. Bu tabir sonradan çıkarılan dâhil istikraz tahvilleri hakkında da kullanılmıştır. Esham; alınıp satılır ve nizamı mucibince her satış muamelesinde bir senelik faizi ferağ harcı olarak alınırdı. Bu harçtan ve mahlûlâtı muaccelesine hâzinenin verdiği faizden mühimce varidat hâsıl olmakta idi. Bu esham o zaman mevcut olan mukataatın hemen hemen bir nev'i idi. Ancak eshamın karşılığı sağlam olmak ve sahiplerine faizleri muntazaman verilmekle beraber mukataat gibi artmak istidadında olmaması hasebiyle esham, mukataat-ı miriyye gibi, rical ve müteneffizan indinde muteber tutulmamakta idi. Eshamın hâmilleri alelekser orta halliler ve fakir kadınlardı. Eytam namına da alındığı Vâki idi. Esham hâmilinin ölümü halinde veresesine intikal ettiği için bu yüzden kimse mutazarrır olmazdı. ESİRCİ- Köle ve cariye alıp satanlar hakkında kullanılır bir tâbirdir. Arapça bir kelime olan esir Kamus-ı Osmani de kul, köle, harb esnasında düşman eline düşen tutsak, düşman elinde kalan asker. Hüküm altında bulunan, müptelâ, düşkün suretinde izah edilmiştir. Bir zamanlar esircilik kâr getirir bir meslek halini almıştı. Köle ve cariyeler taşralarda esir pazarlarında alınıp satıldığı gibi İstanbul'da da eski ve yeni bedestenlerde ve Esir Hanında satılırdı. Üçüncü Sultan Murat zamanı bu ticaretin en parlak bir devri olmuştur. Saray böyle esirlerle dolup taştığı devlet erkânının, hattâ içtimaî mevkileri müsait olanların konakları, evleri birer esir yatağı halini almıştı. Kendilerine esirci süsü veren bazılarının yanlarına aldıkları kadınları satılık cariye diye esir pazarlarına getirip satanlar da oluyordu. Şehirli bazı kadınlarla esircilerde hakikî cariyeleri sahiplerinden (satıverdim) diye alıp pazara çıkarırlar, müşteri namına leventlere - pey akçesi gibi biraz para mukabilinde -tevdi ederlerdi. Leventler bu zavallıları odalarına götürür, günlerce tutar ve “hilâf-ı âdet şenaatlerde” bulunduktan sonra beğenmediklerini söyleyerek geri getirilerdi. Bazı tellallar da esirci kadınlardan aldıkları cariyeleri levent odalarına götürmeyi iş edinmişlerdi. Fransızların souteneur dedikleri herifler gibi cariyeleri işleterek para kazanırlardı. ESİRCİ EMİNİ- Ganimet ve esirlerin çok olduğu zamanlar esir alıp satanlardan hükümet hesabına huruçta bir para nispetinde bir varidat almak suretiyle bu içlerin kanun dairesinde cereyanına bakan memurun unvanı idi. Yalnız İstanbul'da senede yüz kese kadar hâsılat temin ederdi. Bu içler tavsayınca lağvedilmiştir. ESİRCİ GEMİSİ- Eskiden esir ticareti için çalıştırılan gemilere verilen addır. Esir yani köle ve cariye taşıyan gemi demektir. ESİRCİLER KETHÜDASI- Köle ve cariye satışı işleriyle meşgul teşekkül mensuplarından birinin adı idi. ESİR PAZARI- Köle ile enfiyelerin satıldığı yere verilen addır. Esir pazarı İstanbul da Tavuk pazarı civarında idi. Esir denilen köle ve cariyeler bir arada eşya ve emtia gibi alınıp satılırdı. Taşralarda da esir pazarları vardı. Esir alıp satmağı kendilerine sanat ittihaz etmiş olanlar vardı. Bunlara «Esirci esnafı» denilirdi. Esirci esnafı kendi malları olan esirleri istedikleri fiyata sattıkları gibi satılmak üzere emaneten kendilerine bırakılanları sahiplerinin tâyin ettikleri fiyatlar üzerinden satarlar ve bu gibiler için sahiplerinden nafaka ve dellâliye namıyla para alırlardı. EŞKÂL DEFTERİ- Yeniçeri ocağında ve saray hizmetlerinde kullanılmak üzere devşirilen acemi oğlanların isim ve hüviyetlerini gösteren defterler hakkında kullanılır bir tabirdir. Buna «ana defteri» da denilirdi. Deftere devşirmelerin mensup oldukları sancak, kaza ve köy isimleriyle kendilerinin, babalarının, sipahilerinin, sürücülerin ve sürücü başların adları yazıldığı gibi göz, kaş, boy ve sair fârık alametleri de kaydedilirdi. Yeniçeri ağası tarafından mühürlenen bu defter muhafaza edilirdi. Acemi oğlanların Türk aileleri yanındaki müddetlerini ve kışlalarındaki acemilik hizmetlerini bitirip de ulufeye yazılmaları sırasında bu defterdeki kayıtlarla kontrolleri yapılır, kayda uygun olanlar ulufeye yazılırdı. EŞKAR- Arapça al donlu at, kızıl yüzlü adam mânalarına gelir bir kelimedir. EŞKİNCİ- İkinci Sultan Mahmut zamanında yeniçeri ocağından ayrılmak suretiyle teşkil olunan askerlere verilen addır. Bunlara «eşkinci neferatı» da denilirdi. Ocağın ıslaha muhtaç olduğu daha hicri 1182 (1768) seferinde pek açık bir surette kendini göstermiş, fakat yapılan teşebbüsler kanlı neticelerle akim kalmıştı. EŞREF SAATİ- Yümünlü ve mes'ud vakit hakkında kullanılır bir tâbirdir. Manâsı saatlerin şereflisi dernektir. Eskilerden buna inananlar pek çoktu. Yola çıkmak, düğün yapmak gibi basit işlerden muharebede hücuma geçme gibi mühim şeylere kadar eşref saati arayanlar vardı. Yapılacak bir işe başlamadan evvel o işin hangi gün ve saatte yapılması hayırlı olacağı araştırılır, bunun tâyini için müneccimlere başvurularak onlar tarafından tâyin olunan vakitte işe girişilirdi. ET MEYDANI- İstanbul'da Aksaray semtindeki meydanlardan birinin adı idi. Vaktiyle yeniçerilerin kışlası burada idi. İrtica ve ihtilâl vukuunda yeniçeriler burada kazan kaldırırlardı Kışlanın kapı yeri ile büyük çeşme musluklarından başka enkaz kalmamıştır. Arsasında bir Rum mektebi yapılmış ve bunun üst tarafındaki orta camii yeniden tamir olunmuştur. Mevkiin bir kısmı cadde haline getirildiği gibi bir kısmında da çulha tezgâhları tesis olunmuştur. ETEK ÖPMEK- Tazim makamında birinin eteğini öpmek hakkında kullanılır bir tâbirdir. Eskiden köle ve cariyelerle içtimaî mevkileri aşağı olanlar efendileriyle büyüklerin elbisenin belden aşağı doğru sarkan kısmı demek olan eteğini öptükleri için, o hareketin karşılığı bu tâbir meydana gelmiştir. Etek öpmek mecaz yoluyla tebasbus (yalakalık) ve temellük mânasına da gelir. Bunun yerine «eteklemek» de denilirdi. EVLÂD-I FÂTİHAN- Rumeli'nin fethi üzerine Anadolu'nun Türk halkından aileleriyle birlikte nakil ve iskân olunanlara verilen addır. Konya, Aksaray ve civarı halkından nakledilmiş olan bu Türklere yerli Hıristiyanlar “Konyar” derlerdi. Bu köylerin adları da Türkçe idi. Meselâ Manastır ile Filorina arasında büyük bir köy olan Kınalı o cümledendir. Evlâd-ı Fâtihanın bulunduklan kazalar şunlardı: Manastır, Pirlepe, Filorina. Cuma, Tikveş, Radoviş, İştip, Doyran, Ustrumca, Avrethisarı, Yenice, Vodina, Serez, Demirhisar, Zihne, Drama, Langaza. EVLİ YENİÇERİLER- Evli bulunan yeniçeriler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ocak kanununa göre efradın bekâr olması şarttı. Yeniçeri efradı bölükbaşı, yayabaşı gibi ocak zâbiti olmadıkça evlenemezdi. Bundan dolayı gerek Edirne'de ve gerek İstanbul'da bunlar için oda denilen kışlalar yapılmıştı. Ocağın bu kanunu ilk defa Vezir-i âzam Yunus Paşa tarafından ihtiyar olan kardeşinin evlenmesine müsaade olunmak suretiyle bozulmuştur. Yeniçerilerin evlenmeleri bundan sonra başlamış olmakla beraber bir müddet, için mutlaka ihtiyar olmalarına ve bundan başka padişahın izin vermesine bağlı idi. Ancak evlenen yeniçeri odasının en kıdemlisi olsa bile odabaşı olmak hakkını kaybederdi. Çünkü bunların daimî surette kışlalarda oturmaları kanun icabından idi. Bununla beraber evlenme yolu genişleyince evliler de odabaşı tâyin edilmeğe başlandı. Yeniçerilerin evlenmelerine müsaade edildikten sonra bunların çocuklarının da düşünülmesi icap ediyordu. Babalarından yetim kalan yeniçeri çocuklarına «kuloğlu» adı verilmiştir. Bu çocuklara büyüyünceye kadar para ve tayin verilir, sonra da acemi ocağına kaydedilerek yetiştirilirdi, bunlara « fodlahan » da denilirdi. EVRAD- Tarikat mensupları tarafından her gün okunan “ediye-i me'sure” hakkında kullanılır tabirdir. Aynı manaya gelen ve cüz demek olan verdin çoğuludur. Verd, çiçek manasına da gelir. EYALET- Vilâyet usulünün kabulünden evvel vilâyet yerinde kullanılır bir tâbirdir. Eyaletler evvelleri beylerbeyiler, daha sonraları hem beylerbeyiler ve hem de vezirler idaresinde bulunuyordu. Eyaletin başında bulunan beylerbeyi veya vezirin şimdiki valilerden çok fazla salâhiyeti vardı. Onların astıkları astık, kestikleri kestikti. Eyalet valileri yalnız mülkî memur da değillerdi. Harb vukuunda bunlar maiyeti halkını ve eyalet tevabiini alarak sefere iştirâk ederler ve orduda bilfiil vazife deruhte eylerlerdi. EYYAM-İ BAHUR- Rumi Temmuzun 19 undan 26 sına (Efrenci 2 ağustos -9 ağustos(Rumi takvim, Batının kullandığı Gregoryen miladi takvimden 13 gün gerideydi. Bu fark; Rumî Takvim'in Jülyen Takvimi'ni, Miladî takvimin ise Gregoryen Takvimi'ni esas almasından ileri gelir.)) a kadar süren 7 sıcak gün hakkında kullanılır bir tabirdir. Bahur; Arapça sıcak demek olduğu için eyyamcı bahur sıcak günler manasına gelir. |
1310 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |