Altının Çağrıştırdıkları ve Erbaa’da Altın Arama Altının Çağrıştırdıkları ve Erbaa’da Altın Arama Altın insanoğlunun MÖ.2500’lü yıllara kadar uzanan bir serüvenidir. O tarihten günümüze kadar insanoğlunun en gözde cevheridir. Bilhassa süsleme ve ziynet eşyalarının vazgeçilmezi olarak kullanılmıştır. Bir süre sonra da paranın hammaddesi olarak kullanılmış ve ticaretin en önemli aracı haline gelmiştir. Dolayısıyla insan hayatının her alanına girme fırsatı bulmuştur. Sosyal hayatı etkilemiş; insan ilişkilerinde ve edebiyatta da etkili olmuştur. İşte; “Söz gümüşse, sükut altındır.”, “Altın kalpli” gibi atasözleri ve deyimler topluma mal olmuştur. Altın tarihe de yön vermiş bir madendir. Avrupa’da merkantilist anlayışın (değerli madenlere sahip olma) ortaya çıkışını da sağlamıştır. Avrupa bunun sonucunda dünyanın dört bir yanına dağılmış ve dünyanın dört bir yanında sömürgeler kurmuştur. Ardından da kapitalist yaklaşım ortaya çıkmış ve sanayileşmeyle birlikte Avrupa’nın en önemli ekonomik anlayışına dönüşmüştür. Dünyanın dört bir tarafında yer alan maden kaynakları batılı kapitalist devletlerin eline geçmiştir. Şunu ifade etmek gerekir ki o dönemde çevreye bu düzeyde zarar verilmiyordu. Bilhassa siyanürle altın arama çevreye zarar veriyor ve bunun etkileri uzun yıllar boyunca devam ediyor. Bir diğer husus zenginlik sadece maden midir, altın mıdır? Hayır. En büyük zenginliğimiz insanımızdır, yetişmiş insan gücümüzdür. En önemli kaynak insan kaynağıdır. Bugün Japonya madenler bakımından zengin olmamasına ve İkinci Dünya Savaşı gibi çok ağır bir sendromu yaşamasına rağmen dünyanın en zengin ülkelerden biri. Niçin? Çünkü insana yatırım yapılmış. Bugün, tabiatına zarar vermediği gibi, insana yaptığı yatırımlar sayesinde en şiddetli depremlere bile dayanabilecek teknolojiyi üretebiliyor. Bizler ise 6.6’lık bir depremde bile yüzlerce vatandaşımızı kaybedebiliyoruz. Ülkemizde yapılan YKS ‘de derece yapan çocuklarımıza çeyrek, yarım, cumhuriyet altını hediye ediyoruz, ama dört yıl sonra bu çocuklarımızı tabiri caizse Avrupa’ya Amerika’ya kaptırıyoruz. Her yıl yüzlerce genç beyin yurt dışına kaçıyor. Gezen, dolaşan, yanımızda olan bu cevherlere sahip çıkamazken, yer altında cevher arıyoruz. O da aranabilir tabii, ama öncelikle canlı, yaşayan cevherlerimize sahip çıkalım ve altını arayacaksak da daha insanî, daha çevreci yöntemlerle ve diğer kaynaklarımızı heba ederek değil, onları koruyarak yapalım. Yer altında kalan bu cevherler bir yere gitmiyor, ilerde bulunacak daha çevreci yöntemlerle bunlar çıkarılabilir ve diğer kaynaklarımıza da zarar verilmez, ama gençlerimiz birer ikişer elimizden kayıyor. Onlara sahip çıkmanın bir yolunu bulmalıyız. Elimizdeki cevherlere sahip çıkamayıp, yer altında cevher aramak da tam bir ironi. Hani bir masal vardır, dokunduğu her şeyin altın olmasını isteyen Midas’ı anlatan Midas’ın Dokunuşu. O masal da her dokunduğu (kızı da dahil) altın olan kral, yalnızlaşınca pişman olup her şeyin eski haline gelmesini istemiş ve her şey eski haline dönünce dünyalar onun olmuştu. Erbaa için de bu durum geçerli. İlerde pişman olmamak için, bu karardan bir an önce dönülmesi gerekiyor. Yoksa her şey talan edildikten sonra eski haline getirmek mümkün olmuyor. Masaldaki gibi elimizde sihirli bir değnek de yok. Gerisini siz düşünün.
|
906 kez okundu
YorumlarHenüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |